Bir Tutku Hikayesi: Leonard Cohen ve Janis Joplin
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda okuduğum çizgi romanlar, epey başımı ağrıtırdı. Mandrake, Texas, Tommiks, Kaptan Swing, Conan, Mr. No ve niceleri… Harçlığımı çizgi romanlar için harcardım. Bazen öğle araları yemek yiyemez ve bunu da sorun etmezdim. Büyüklerim için, çizgi roman okumak “boş işler” olarak algılandığından, epey tepki aldım o vakitler. Hayal dünyasına dalardım. Mesela, Manowar’ı ilk dinlediğimde, gruba heavy metal’in barbar Conanları adını takmıştım. Yine Conan içinde çizerin sürekli zikrettiği “Hancı bana şarap ve et getir!” repliği günümüzde de, her otel tabelası gördüğümde beynimin içinde yankılanır. Maceralar boyunca, Conan bir handa konaklar, otel hizmeti alırdı.
Tarih içinden günümüze kadar gelen güncel hanlardan bazıları, çok fazla ünlü isme mesken oldu. Müziğin altın çağının trajedisini ve şiirini çağrıştıran bir bina varsa, o da şüphesiz, New York’taki Chelsea Otel‘di.
“Chelsea Otel’de yaşayan ve kalan, yetenek perileri tarafından ele geçirilmemiş bir sanatçı neredeyse olmadı.”
– Patti Smith
Pek çok ünlü ismi kabul ettiği günlerde otel, kariyerlerinin zirvesinde sayısız müzisyene, aktöre ve yazara ev sahipliği yaptı. Uzun süreli konaklayanlardan Arthur C. Clarke, 2001: A Space Odyssey eserini orada yazdı. Kaldıkları süre boyunca, Allen Ginsberg ve Gregory Corso, Chelsea Otel çatısı altında, uzun siyasi tartışmalar yaptılar. Meşhur 205 no’lu odada punk efsanelerinden Nancy Spungen bir cinayete kurban gitti. Enteresandır aynı odada şair Dylan Thomas da hayatını kaybetti. Bob Dylan 2011 numaralı süitte uzun yıllar kaldı. Madonna ise, seksenli yılların başında 882 numaralı süitte kaldı. Gözümün bebeği Charles Bukowski bu otelde konakladı. Ha kezâ, Mark Twain ve William S. Burroughs da öyle… Jackson Pollock, Tom Waits, Brendan Behan, Grateful Dead‘in tüm üyeleri ve Jimi Hendrix de Chelsea Hotel’de kalan isimlerden sadece bir kaçı. Jack Kerouac, süitlerden birinde On the Road romanını yazdı. Otel o kadar eskiydi ki, Titanik faciasından kurtulanları karşılamak için bekleyen yakınları, White Star Line firmasına ait kurtarma gemisinin, New York’a vardığında gemiyi yanaştırmayı planladığı Pier 54’e yakınlığı nedeniyle, bu otelde kaldılar. İnsanların burayı perili bulmasına şaşırmıyorum.
Manhattan’da bulunan Chelsea Hotel, beat şairler, müzisyenler ve pahalı fahişelerin mekânı olarak nam saldı. 250’den fazla süiti bulunan otelin, mermer kaplı koridorlarında yayılan, sayısız efsanevi anekdottan, en büyüleyici olanı ise, Janis Joplin ve Leonard Cohen’in karşılaşması ile alevlenen tutkulu seks hikayesiydi. Otelin antika asansörlerinden birinde buluşmaları, Cohen’e en ünlü şarkılarından birini yazması için ilham oldu.. Bahsi geçen şarkı, Chelsea Hotel #2 idi. Esasen otele atfedilen bir kaç beste daha yazıldı. Yeri gelmişken onlarında isimlerini zikretmek istiyorum. Joni Mitchell’in Chelsea Morning, Lou Reed’in kaleme aldığı Chelsea Girl ve Jefferson Airplane’ın Third Week in the Chelsea parçaları bunlardan sadece bir kaçı.
Leonard Cohen, 1988 yılında New York’da verdiği bir konserde, Chelsea Hotel #2 şarkısının hikayesini şöyle anlattı.:
“Yıllar önce New York’da bir otelde yaşıyordum. Sıkıldıkça dışarı çıkıp dolaşıyor ve tekrar otele geri dönüyordum. Odama çıkmak için asansörü kullanırdım. O gece asansöre bindiğimde, içeride genç ve güzel bir kadın fark ettim. Bahsi geçen kadın Janis Joplin’di. Cesaretimi topladım ve Joplin’e şöyle dedim.
“Birini mi arıyorsun?”
“Evet, Kris Kristofferson’ı arıyorum” dedi.
“Küçük Hanım, şanslısın, Kris Kristofferson benim” dedim.
Janis’in insanları kırmayan bir yönü vardı. Kris Kristofferson kadar yakışıklı değildim. Hatta daha gösterişsiz ve kısaydım. Bana oldukça sıcak davrandı. Birlikte odama geçtik. Her neyse, işte bu şarkıyı, Chelsea Otel’deki odamda, Janis Joplin için yazdım.”
1975 yılında Greatest Hits albümünün kapak notlarında, şarkının “bir süre önce ölen Amerikalı bir şarkıcı” hakkında olduğunu ima etti. Cohen şarkının ilham perisinin adını da ilk olarak, 25 Mayıs 1976 tarihinde, İsviçre’nin Montreux kentinde düzenlenen bir konserde açıkladı.

Bununla birlikte, Cohen daha sonraki yıllarda, Janis Joplin ile Chelsea Otel’de birlikte geçirdikleri geceye, açık bir şekilde atıfta bulunan şarkı yazma kararından pişman olacaktı.
“Profesyonel müzik hayatımda, derinden pişman olduğum tek ihtiyatsızlık vardı. Çünkü bir kadının eylemini bir şarkıyla ilişkilendirdim ve bahsettiğim şarkıda ‘limuzinler sokakta beklerken dağınık bir yatakta sakso yapmak’ dizesini kullandım. Bel altı kelimeler kullanarak, soyunma odası jargonunu şarkı sözlerime konu etmem. Fakat Janis’in cömert halleri, tavrı beni derinden etkiledi. O zamanki ruh halimle, kelimeleri net bir şekilde sarfettim. Birlikte yaşadığım kadınlar hakkında hiçbir zaman bu terimlerle konuşmadım. Ve o şarkıya ilk önce Janis Joplin adını verdim. Sonra değiştirdim. Şarkıyı yazdığım zamandan beri bu konuda kendimi kötü hissediyorum. Bu çok üzgün olduğum bir ihtiyatsızlık. Eğer ölmüş bir sevgiliden özür dilemenin bir yolu varsa, bu dikkatsizliği yaptığım için, şimdi Janis’den özür dilemek istiyorum.”
Leonard Cohen üslubuyla, davranışlarıyla uyumlu bir kişilik ve tam bir beyefendi. Üstelik dürüst, önce kendine karşı dürüst, sonra ait olduğu topluma ve dünyaya karşı… Bu centilmen tavrı, kendisi ile özdeş bir şekilde hayatı boyunca sürdü. Joplin’in ve Cohen’in buğulu seslerine ben kendimce koyduğum bir tamlama ile “Bourbon Ses” diyorum. Bourbon sesli olmak, sanki bir şişe Amerikan viskisini kafaya dikip, bir çırpıda içmiş ve ses tellerinden de kamyon ezip geçmiş gibi tahrik edici ses tonlarına verdiğim tanımın genel adı.
Cohen’in şair yönünü bertaraf edemem. Her ne kadar bu şarkıda kendini eleştirse de, bağırmadan şarkı söyleyebilen, hatta konuşur gibi tane tane şarkı okuyan ender isimlerden biri. Bağırmadan aynı tonda, nağme yapmadan okuduğu şarkıları, ruhumuza derinden temas ediyor. Janis’e gelince gerçekten sağlam bir siyahi gırtlağı var. Sahnede Cohen’in aksine kükrüyor. Dönemin en etkili şarkılarını, söylediği coverlar ile beynimize kazıdı. 27’ler kulübünün kadim üyesi, efsanevi küçük dev kadın, bir yıldız olarak anıldı ve anılıyor. New York’un bir gecelik peri masalını Leonard Cohen işte bu eseriyle canlı tuttu.
Tutkulu bu hikayeyi burada sonlandırıyorken, sansasyonel otelin değerlendirmesini, şu tatlı sözlerle yapan Patti Smith’e kulak verelim isterim.
“Chelsea Otel’de yaşayan ve kalan, yetenek perileri tarafından ele geçirilmemiş bir sanatçı neredeyse olmadı.”
■ Dark Blue Notes’da Mine Gürevin
■ Dark Blue Notes’da Portreler
■ Leonard Cohen – New Skin For The Old Ceremony