Bir Dinleyicinin Otobiyografisi: Neden Tekrar iPod Kullanmaya Başladım?
Güzel olan bütün hikayeler değilse bile ilginç olan bütün hikayeler memnuniyetsizlikle başlar. Memnun olmayan insan esnemeye, genişlemeye, kendine alan yaratmaya çalışır. Konu her ne olursa olsun böyle. Benim hoşnutsuzluklarım da çoğunuzunki kadar sonuç odaklıdır. Değiştirebileceğim şeylerden hoşnutsuzluk duyarım, en çok onlara kafayı takarım. Müzikle bu kadar içli dışlı olduğum için de sıklıkla yüzümü müziğe döner, müzikle olan ilişkimde tam olarak neleri sevip sevmediğimi incelerim. Böyle böyle 32 yaşına kadar da geldim, bence fena sayılmaz. Önce memnun olmayıp sonra o memnuniyetsizlikten bir şeyler çıkarmaya çalışarak 32 yıl yaşamaya başarı da diyebilirsiniz, dikenli tarlaları kendine yatak bellemek gibi de gelebilir size. Hayata nereden baktığınıza bağlı.
Kendim bileli müzik dinliyorum. Çocukken bir Walkman ile kasetlerimi okul çantamda taşırdım, sonra birkaç kötü MP3 player ve sonra da iPod girdi hayatıma. Değişmeyen tek şey, müziği yanımda taşıma arzumdu. 2013 yılında değişim programı öğrencisi olarak Finlandiya’ya gittiğimde de ilk kez Spotify ile tanıştım. Henüz Türkiye’de kullanıma sunulmayan bu platformda, o zaman bile Türk müzisyenlerin kıyıda köşede kalmış albümlerine kadar her şey vardı. Üstelik, aylık minik bir bedelle tüm bunlara sınırsız sahip olabiliyordunuz. Berbat bir arayüzü vardı, yine de iş görüyordu. Hatta o zamanlar Spotify’dan arkadaşlarınıza özel mesaj bile atabiliyordunuz. Bu neye yarayacağını asla bilmediğim özelliği sonraları çok şükür kaldırdılar.
“Zaman içinde Spotify, bana aynı şeyleri öneren ve hatta dayatan bir huysuz eşik bekçisine dönüştü… Dinleyici ve içerik üreticisi olarak gördüğü müzisyenler pek de umrunda değil gibiydi.”
Türkiye’ye geri dönüşümden bir süre sonra ise Spotify, Türkiye’ye güçlü bir giriş yaptı. Bu güçlü giriş karşılığını da buldu. İnsanlar büyük bir ilgiyle Spotify’ı hayatına dahil etti. Bu benim için de geçerliydi. Artık yasal müzik dinleme deneyimine çok minik ödemeler yapıyorduk. Her şey yolundaydı. Fakat aradan geçen on sene civarı süre gösterdi ki, benim adıma çoğu şey çok da yolunda değildi. Yeniden eskiye dönmemin nedeni de buydu.
Spotify’ın dayatmaları üzerine bir mırıldanma
Zaman içinde Spotify, bana aynı şeyleri öneren ve hatta dayatan bir huysuz eşik bekçisine dönüştü. X’i dinliyorsam illaki peşinden Y’yi dinlemem gerektiğini düşünüyor, bir klasik müzik dinleyicisinin hayatını kolaylaştırabilecekken yetersiz eser bilgisiyle (metadata) hayatımı zorlaştırıyor, kim olduğunu bilemediğimiz küratörlerinin derlediği listelerle de büyük plak şirketlerinin bayrak taşıyıcılığını yürütüyordu. Hem bir eşik bekçisi hem de bir endüstri profesyoneliydi Spotify. Dinleyici ve içerik üreticisi olarak gördüğü müzisyenler pek de umrunda değil gibiydi. Fiilen de böyle devam ediyor süreç.
Sosyal bir müzik dinleme deneyimi sunduğu iddiasıyla çevremizdeki herkesi kullanıcısı yaparak hepimizi de kendi eksenine yerleştirmesi ise bir diğer yanıydı. Siz bir Spotify kullanıcısı değilseniz bile, sözgelimi arkadaşınıza dinletmek istediğiniz parçaya ait Apple Müzik linkine arkadaşınızın tıklamayacağını biliyorsunuz. Çünkü ayrı dünyaların insanısınız. O bir Spotify insanı, siz ise “marjinal görünmeye çalışan” bir Apple Müzik insanısınız. Spotify’ı bundan 2-3 sene önce bırakmaya çalıştığımda yaşadığım şey tam da bu oldu. “Andaç tamam, yeter, anladık. Çok entelektüel bir müzik dinleyicisisin. Artık Spotify’a dön lütfen. Böyle olmuyor.”
Pekala, ben Spotify’a döneyim ama Spotify beni, benim onu bulmak istediğim haliyle mi karşılıyor? 2-3 sene önce Spotify’ın tekrar attığı takla işleri daha da zorlaştırdı. Benim gibi bir dinleyicinin barınmasının mümkün olmadığı bir noktaya getirdi. Çünkü artık, “alternatif” gördüğü tüm müzik türlerini dinleyen dinleyicilere tek “persona” yüklemeye başladı. Örneğin Spotify artık siz bu aralar Barok dinliyorsanız karşınıza Barok örnekleri çıkarmıyor, illaki klasik müzik örnekleri çıkarmaya çalışıyor. Klasiğin popunu hatta. Kendi kaşığınızı yoğurdun ne kadar derinine daldırmaya çalışırsanız çalışın, Spotify’ın size verdiği şey yine yoğurdun kaymağı. “Sen klasik müzik dinliyorsun. Al bak sana Mozart” demek, algoritmanın hem kolayına geliyor hem de sizinle çok da uğraşmayıp mümkünse sizi başka bir mecraya yollamanın mümkün olup olmadığını gözlerinizin içine bakarak soruyor. Zira sizin dinlediklerinizi çalan, kaydeden, besteleyen, dağıtan insanlara da pek telif ödemekten yana değil sistemleri. Aksine, onlara da kendi çalışma pratiklerini dayatıyor.
Fakat bu bildiklerinizi tekrarlayan uzun gevezeliği bir kenara bırakalım şimdi. Belki bir ara tekrar bu konuya döneriz. Spotify ve benzer streaming platformlarının endüstride nasıl bir çatırdamaya neden olduğunu ayrıca konuşuruz. Şu otobiyografiyi aksatmayalım. Derdim Spotify’ı daha fazla dövmek değil, bir tercihin nedenlerini aktarmak.
Şöyle arkanıza yaslanıp müzik dinleyememek
Herhangi bir gün. Otobüsteyim. Eve dönüyorum. Amacım, eve döndükten sonra üstümü değiştirip, çantamı hazırlayıp spor salonuna gitmek. Kulağımda irisinden Sennheiser’im. Telefondan müzik dinliyorum. Telefonum titriyor, Fenerbahçe gol atmış. Şahane. Instagram’dan bir arkadaşım fotoğrafımı beğenmiş. Harika. Bir diğeri sevimli bir köpek videosu göndermiş. Eğlenceli. Müzik bölündü onu izlerken. O arada bir de Twitter’a bakıyorum. Sonra bir diğer mesaja. Ey dostlar, ben ne dinliyordum ya? Geri dön, tekrar Spotify’ı aç, tekrar play tuşuna bas. Sonra benzer şeyi spor salonunda tekrar yaşa. Neyse ki orada dikkatinin daha az dağılmasını sağlayabiliyorsun. Fakat, yahu, ben ne dinliyordum en son? Şu beste ne diyordu bana? Aklımda hangi melodi kaldı? Yok.
Cal Newport, Andrew Huberman ve onların çağdaşı nörobilimcilerin -ironi odur ki- YouTube ve Spotify yayınlarında söyledikleri gibi dikkatimizi dağıtan ekranlara bağımlılığımızın artması dolayısıyla hayattan aldığımız keyif ve bir şeylere duyduğumuz ilgi müthiş bir düşüşte. Kendi adıma konuşuyorum, dikkat dağınıklığım aşağı yukarı bir Golden Retriever yavrusuyla aynı seviyede artık. Dolayısıyla, müzikten keyif almam da çok zorlaşıyor. Özellikle cep telefonum üzerinden müzik dinliyorsam.
Kabul edelim, bu türden bir dinleyici de Spotify gibi streaming platformlarının işine geliyor. Otomatiğe alınmış çalma listeleri, peş peşe birbirinin benzeri parçalar, keşif arzusunun artık yok olup gitmesi ve yetersiz “ne dinliyorum” bilgileri, tam da bu dikkat dağınıklığına ihtiyaç duyuyor. Bu yüzden, kendi içimde bir çıkış yolu bulmak amacıyla yola çıktım. Otobüste, metroda, spor salonunda, yürürken müzikle baş başa kalabilmek istiyordum. Hiç değilse mümkün olduğu kadar. Bir saniye, İhsan Galatasaray maçıyla ilgili bir şeyler yazmış. İhsan’ın mesajlarını okuyup… Mehldau dinliyordum
Çözümü Hideo Kojima gösterdi
Death Stranding ve Metal Gear gibi oyun serilerinin yaratıcısı Hideo Kojima, tüm video oyun severlerin çok severek takip ettiği ve ilham aldığı bir isim. Kendisi, Twitter ve Instagram hesaplarında da dinlediği parçaları paylaşmayı seviyor. Ancak bunu bizim gibi Spotify linkleri ile yapmıyor. Yeni nesil, dijital bir Sony Walkman’i var. Onun ekranında o an hangi parça varsa onun fotoğrafını telefonuyla çekip bu fotoğrafı paylaşıyor. Bu paylaşımlarından birini görünce fark ettim; benim yalnızca müzik dinleyebileceğim ve taşınabilir bir cihaza ihtiyacım var.
Ne yazık ki Sony, Türkiye’de dijital Walkman serisini satmıyor. Dolayısıyla bu ihtimal çoktan ortadan kalkmış bulundu. Hem, elimde çok uzun süredir satın alarak biriktirdiğim bir iTunes arşivim var. Albüm albüm, ‘cigabaytlarca’ bir arşiv. Dolayısıyla, bir iPod’a ihtiyacım var. O da Apple tarafından üretimi durdurulduğu için sıfır alabilme imkanı bulamayacağım bir şey. Derken bir arkadaşım yazdı: “Andaç, benim elimde nerdeyse hiç kullanmadığım, altıncı nesil bir iPod Touch var. Vereyim mi sana?” Deli misin, vallahi alırım!
Artık yalnızca iPod ile müzik dinliyorum
Dışarı çıkacağım zaman her seferinde elimde bir çanta olur. Bilgisayar taşımıyorsam bile defter, kitap (bazen Kindle), dergiler, kalemler ve daha fazlası sığar içine. Artık bir de iPod Touch’ım var. O iPod Touch bana müziği sadece müzik dinlemek için kullandığım bir cihaza sahip olma fırsatı tanıdı. Üstelik, eğer dışardaysanız, internet bağlantısı da yok. Yani, dikkatinizi dağıtacak hiçbir şey yok.
“Müziğe her sığınmak istediğimde kulaklığımı bağlayıp dinlemeye başlıyorum. Beni hiç üzmüyor zira bana sadece istediklerimi (ya da sahip olduklarımı) veriyor.”
İçinde, çok cüzi miktarlar ödeyerek satın aldığım tüm albümler bir arada. Müziğe her sığınmak istediğimde kulaklığımı bağlayıp dinlemeye başlıyorum. Beni hiç üzmüyor zira bana sadece istediklerimi (ya da sahip olduklarımı) veriyor. Seçici geçirgen bir dinleme deneyimi, tam ihtiyacımız olan şey. Tercih etme şansımızı yavaş yavaş kaybettiğimiz bir dönemde, hepimizin elinden tutan bir müzikal deneyim. Çünkü aslında gerçekten streaming servisleri nedeniyle seçmeyi unuttuk. Sunulanların içinden seçmeye çalışıyoruz. Bu da bizi tembelleştiriyor, dikkatimizi dağıtıyor, işimizi zora sokuyor.
İşin güya zor kısmı, aklınıza o an gelen şeyi, internet bağlantınız yoksa dinleyememek. Bu aslında son 10-15 yılda icat edilen bir zorluk. Ama böyle bir yanı olduğunu da söylemek gerek. Ayrıca, eğer internet bağlantım varsa, Apple Müzik üzerinden herhangi bir parçayı veya albümü streaming ile satın almadan da dinleyebiliyorum. Hoşuma giderse, iTunes’a gidip satın alıyorum. Hem eski usül, hem pekala çağdaş. Ne kadar hoşunuza gideceği size kalmış. Benim için ise bugünde yaşayıp dünün kısıtlarına öykünmenin hibrit bir çözümü.
Özgürleşen bir dinleyici profiline dönüşmek isteyen herkesin bir adım atmaya ihtiyacı var. Elimizden alınagelen müzik dinleme deneyimini geri kazanabilmenin tek yolu bu.
Bu arada, “Ben ne dinliyordum ya” demelerim de epey azaldı. Aklınızda olsun.
■
Meraklısına Notlar: