Akbank Caz Festivali

Tanrısal Sesli Diva: Sarah Vaughan

Sarah Vaughan, 27 Mart 1924’te Newark, New Jersey’de doğdu. Babası marangozdu, ancak boş zamanlarında gitar çalıp Negro halk ezgilerini söylemekten keyif alırdı. Annesi Ada ise Newark’taki kilise korosunda ilahiler ve dini şarkılar seslendirirdi. Vaughan ailesinin evi her daim müzikle çevrelenmişti. Müzik yolculuğuna erken yaşlarda başlayan Vaughan, yedi yaşında piyano dersleri almaya başladı ve Mount Zion Baptist Kilisesi korosunda sahnelerle tanıştı. Vaughan da birçok şarkıcı gibi ilk müzik deneyimini bir gospel kilisesinde yaşamış oldu. Kendisi gospel mirasını “Şarkında soul olmalıdır, spiritual’deki gibi soul. Spiritual benim hayatımın bir parçasıdır”şeklinde tutkuyla aktarıyor.


“Şarkında soul olmalıdır, spiritual’deki gibi soul. Spiritual benim hayatımın bir parçasıdır”


Vaughan, çarpıcı ses tonu, teknik becerisi ve çeşitli performans personalarını yansıtma yeteneğiyle caz ve pop arasındaki çizgilerin yanı sıra siyah ve beyaz ikiliğini de bulanıklaştırdı. Bu ikiliklerin ötesine geçerek, yalnızca ticari açıdan başarılı değil aynı zamanda sanatsal açıdan da zenginleştirici bir vokal kimliği yarattı. Bu süreçte tüm etnik stereotiplere meydan okudu. Vaughan böylece, Amerikalı dinleyicilerin siyahi kadın sesini algılama biçimini de dönüştürdü.

Sarah Vaughan, Duke Ellington, Billy Ecstine

Apollo Tiyatrosu’nda Body and Soul’u seslendirdiği ve ödül kazandığı meşhur sahnesinden önce, New Jersey’deki gece kulüplerinde piyanist ve şarkıcı olarak yeteneklerini keskinleştirdi. Kariyeri, Billy Eckstine ve Earl Hines’ın topluluğuna katılmasıyla hız kazandı ve bebop’un yükselişi esnasınsa sahneyi Charlie Parker ve Dizzy Gillespie gibi efsanelerle paylaştı. Vaughan’ın eşsiz vokal aralığı ve kusursuz armoni hakimiyeti, doğaçlamanın özü olan bebop akımını eksiksiz şekilde temsil ederek, onu cazın en ikonik figürlerinden biri haline getirdi.

Soldan sağa: Sonny Stitt, Charlie Parker, Leo Parker, Gene Ammons. Vaughan, Billy Eckstine.

1944 yılında, Billy Eckstine bebop çalmak amacıyla ilk büyük grubunu kurdu. Vokalde Sarah Vaughan da onlara eşlik ediyordu. Dönemin en yetenekli trompetçilerinden üçü, Dizzy Gillespie, Fats Navarro ve Miles Davis de ekibe katılırken, Art Blakey de davulda yeteneklerini sergiledi. Saksafon bölümünde Charlie Parker, Wardell Gray, Dexter Gordon ve Leo Parker gibi efsanevi isimler yer alıyordu. Müzikal duruşunu inşa ederken Charlie Parker ve Dizzy Gillespie Vaughan’ın en büyük esin kaynaklarıydı. Kullandıkları doğaçlama tekniği, Vaughan’ın icrasını derinden etkiledi. Bu anlamda Vaughan, ses genişliğiyle bir opera sanatçısını aratmayan ilk caz şarkıcısı olarak karşımıza çıkıyor. Dolgun kontralto sesi, ona eşsiz bir ton kazandırmış ve tekniğini çeşitli şekillerde değiştirme yetisi, şarkıcılığına duygusal derinlik katmıştır. Bu özelliklerinin onu günümüzdeki tüm caz şarkıcılarından farklı bir konumda ele almamızı sağladığı söylenebilir.

1950’lere gelindiğinde ise Vaughan, büyük çaplı ve küçük topluluklarla caz albümleri kaydederken, pop müziğinde yaylı çalgılar veya alışılmadık elektro gitarlarla süslenmiş parçalar üzerinde çalışıyordu. Söylemeyi pek tercih etmediği bazı eserler büyük hitler haline geldi ve bu şarkıları, istemeyerek de olsa, talepler üzerine seslendirmek zorunda kaldı. Sözlerini sakınmadan ifade etmesiyle “Arsız” takma adıyla da anılan Vaughan, icrasıyla ondan beklenenleri beklenmedik unsur ve ifadelerle öngörülemez hale getirmeyi başarıyordu.

1964 yılında Vaughan’ın Brezilya müziğine olan ilgisi giderek arttı ve 1970’lerin sonlarına gelindiğinde Rio de Janeiro’da çeşitli kayıtlar yaptı. Ancak bu dönemin öncesinde, zorlu yıllar geçirmişti. Onun gibi saygın caz ikonları, 1970’lerde daha az sıklıkla kayıt yapabiliyor, Vaughan ise zaman zaman sözleşmesiz kalıyordu. Tüm bunlara rağmen, itibarı durmaksızın yükselmeye devam etti. Kariyerinin ilk dönemlerinde Ella Fitzgerald ile karşılaştırılan Vaughan, artık hayranlık duyduğu opera divası Leontyne Price ile de kıyaslanır hale gelmişti. Repertuarına senfonik konserleri dahil etmeye başlamış ve ilerleyen yıllarda caz yorumları daha cüretkâr ve ihtişamlı bir nitelik kazanmıştı.

Birlikte turneye çıktığı tüm müzisyenler, ırkçı şiddetin pençesine düşerken, Vaughan aynı zamanda cinsiyete dayalı tacize de maruz kalmak zorunda kaldı. Bu acı gerçek, caz enstrümantalistlerinin erkek egemen dünyasına adım atmanın ağır bir bedeliydi. Ancak Newark’ta ve Earl Hines ile Billy Eckstine ile sahne alırken karşılaştığı zorluklar, onun doğuştan gelen yeteneklerini geliştirmesine ve destekleyici bir topluluk içinde yaratıcılığını perçinlemesine olanak tanıdı.

Vaughan’ın sanatsal çok yönlülüğü, onu bebop marşlarından caz klasiklerine, pop ve rock müziğe, hatta Brezilya müziğine kadar çeşitli müzikal evrenler arasında ustalıkla yönlendirdi. Trio’su, büyük orkestralar ve bandolar eşliğinde, Columbia, Verve, Mercury ve diğer prestijli plak şirketleri için yaptığı kayıtlarla 1940’lardan 1980’lere kadar uzanan, yarım yüzyılı kapsayan görkemli bir diskografiye imza attı. Lullaby of Birdland (1955), Whatever Lola Wants (1955), Misty (1957) ve bir milyondan fazla satış rakamına ulaşan Broken-Hearted Melody (1959) gibi kült eserleri seslendirdi. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’da konserler veren Vaughan’ın şarkıları Disc Jockey (1951) ve Basin Street Revue (1956) gibi filmlerde de kendine yer buldu.

Ella Fitzgerald kadar sert, Billie Holiday kadar tutkulu bir yorumcu değildi belki; ancak ses rengi ve dinamikler konusundaki mutlak hakimiyetiyle bir virtüöz olan Vaughan, zengin kontralto sesini adeta bir üflemeli çalgı gibi kullanarak melodileri yaratıcı çıkışlarla zenginleştiriyor ve en yetenekli enstrümancıların doğaçlama kompozisyonlarıyla süslüyordu. Vaughan, Amerikalı siyah bir kadın olarak, güçlü sesi ve ustalıkla serpiştirdiği nüktedan yorumları sayesinde dünya sahnelerinde kalabalıkların saygısını, hayranlığını ve dikkatini üzerinde toplamayı başardı. Büyüleyici sesi, sıklıkla kadınlara, siyahilere ve vokalistlere kapalı olan kapıları tüm zarifliğiyle aralayarak her performansını bir oyunbazlıkla zenginleştiriyordu.


Sarah Vaughan caz müziğin etiketlerini aşan bir vokalist ve müzisyen olarak müziğini daha önce caz vokalistleri tarafından keşfedilmemiş alanlara taşıdı.


Vaughan, 1954 tarihli Sarah Vaughan, 1955 tarihli Clifford Brown ile Sarah Vaughan, 1955 tarihli Sarah Vaughan At Mister Kelly’s ve 1961 tarihli After Hours gibi kült kayıtlarında, salt yorumculuğun ötesine geçerek yaratıcı bir edimle şarkıların ruhunu canlandırdı. Vaughan, doğaçlama yaklaşımını benimseyen bir sanatçı olarak, kariyerinde hiçbir şarkıyı aynı şekilde iki kez seslendirmedi Tüm bunlar, Vaughan’ın her performansında sanatını sürekli olarak yeniden tanımlayan simgesel bir caz figürü olduğuna işaret ediyor.

Sarah Vaughan caz müziğin etiketlerini aşan bir vokalist ve müzisyen olarak müziğini daha önce caz vokalistleri tarafından keşfedilmemiş alanlara taşıdı. Kariyerinin sonunda, özellikle Stephen Sondheim’ın Send in the Clowns yorumunun başarısının ardından, caz köklerini, popüler müzikteki tutkularını ve genellikle büyük opera divalarına ayrılan saygı arayışını harmanlayan kendine özgü bir sanatçı olarak kendini kanıtladı. Şarkıcılığını tanrısal olarak nitelendirmek cazip gelse de, Vaughan’ın tarzını son derece insani olarak tanımlamak daha isabetli olacaktır. Zira göz alıcı tekniği ve yenilikçi sanatının arkasında insani bir ruh ve dinleyicilerde güçlü bir yankı uyandıran bir bütünlük yatıyor.

Meraklısına Notlar:

Gökçen Sena Duman

Hacettepe Üniversitesi İletişim Bilimleri Doktora öğrencisi. Konferans tercümanı. Müzik yazarı.

Gökçen Sena Duman 'in 22 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Gökçen Sena Duman ait tüm yazıları gör

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir