Serdar İlhan ile Kültürler Bir Odada
Amerika’nın New York şehrinin coğrafi olarak en küçük ve nüfusunun en yoğun olduğu ilçesi olan Manhattan adasına bir gün yolunuz düşerse, caz müziğine doymak için bir araştırma yaptığınızda birbirinden güzel mekân seçenekleri önünüze sıralanacaktır. Ama gelin ben size en iyilerinden bir demet sunayım. Harlem’de yer alan Bill’s Place ve Minton’s Playhouse, Upper West Side’da yer alan Dizzy’s Club, Midtown’da bulunan Birdland Jazz Club ve The Iridium, Greenwich Village’da yer alan meşhur Blue Note, Smalls, Village Vanguard ve Zinc, Soho’da bulunan The Django iyi seçenekler arasındadır; önceden programına bakıp giderseniz, güzel bir gece geçirmeniz muhtemeldir.
Drom da Manhattan’ın güney doğusunda yer alan caz müziğini de içinde barındıran, bir Dünya müziği performans alanı! Serdar İlhan tarafından kurulan ve küratörlüğünü Mehmet Dede ile birlikte yürüttüğü Drom, canlı müzik ve performans tutkusunu paylaşan müzisyen ve dinleyicilere ev sahipliği yapıyor. 15. yıldönümünü kutladıkları bu heyecanlı dönemde, Serdar Bey’e sorularımızı yönelterek Drom’un kapılarını sizler için araladık.
Beran Paçacı: Merhaba Serdar Bey. Ben sizden, caz davulcularımızdan Engin Kaan Günaydın’ın sosyal medyadaki bir paylaşımı sayesinde haberdar oldum. Ara Dinkjian’ın bir videosuna yer verip, New York şehrindeki Drom’da Ara Dinkjian’ın konserinde sahne alacağını yazmıştı. Konser içeriğinde NY Gypsy All Stars’ı da görünce, bu Türkiye’de de bir kaç sefer konser veren, o sevilen ekip dedim. New York seyircisi nasıl karşılıyor, bu tarz bir müziği?
Serdar İlhan: Merhaba, New York Gypsy All Stars’ı (NYGAS) yıllar önce ilk NY Gypsy Festivali’nde bir araya getirmiştim. Ivo Papazov, Yuri Yunakov, Hüsnü Şenlendirici, İsmail Lumanovski birlikte çalmışlardı. Tamer (Pınarbaşı) ve Engin (Günaydın)’in de gruba katılmasıyla şu andaki kadro oluştuktan sonra, birçok World Music festivallerine katıldık; aynı festivallere Erkan Oğur Telvin, Baba Zula ile de gittim. Hepsi çok ilgi gördü. World Music Amerika’da çok popüler diyebilirim. Drom’da zaten ağırlıklı olarak Dünya müziği ve Jazz yapılıyor. Amerika’nın bir göçmen ülkesi olması bu konuda önemli tabi. Amerikalı, kültürlerin özgün müzikleriyle çok ilgili. Müzisyenler de öyle. Mesela New York’ta çok ud ve bağlama çalan Amerikalı müzisyene rastlayabilirsiniz. Belly Dancer’ların hemen hepsi Amerikalıdır. Değişik eyaletlerde World Music kampları vardır.
Bir paylaşımınızda şu ifadeleri kullanıyorsunuz: “Baştan beri amacımız farklı bölgelerden kültürleri bir odaya toplamaktı. Çağdaş Dünya Müziği ve Caz sesleri ile bir sahne oluşturduk.”. Hemen aklıma Türkiye’de eşi benzeri olmayan, öncü radyo “Kainatın tüm seslerine” Açık Radyo geliyor. Sonra, ne yazık ki, 2 Haziran 2021’de kaybettiğimiz, Hasan Saltık ve kayıt şirketi Kalan Müzik geliyor. Atlantic Records’un kurucusu Ahmet Ertegün, Atlantic Records’da yapımcı (abisi) Nesuhi Ertegün ve efsane yapımcı Arif Mardin aklıma gelen diğer bazı isimler. Son olarak da, Türkiye’de bir çok başarılı işe imza atmış konser, festival ve canlı gösteri organizasyon şirketi Pozitif’in ve Babylon’un kurucusu Mehmet Uluğ, kardeşi Ahmet Uluğ ve dostu Cem Yegül aklıma geliyor. Bu kurumları ve isimleri şunun için listeledim. Bir şeye tutkuyla yaklaşıp, emek harcayan insanlar güzel işler yapıyorlar ve başarıya ulaşıyorlar. Sizin de idealist yaklaşımınızı seziyorum. Drom’ın ilk günlerine dönersek, nasıl düşüncelerle işe giriştiniz ve şimdi geldiğiniz noktaya baktığınızda neler düşünüyorsunuz? Hedeflerinize ulaşabildiniz mi?
Bahsettiğiniz birçok isimle çok yakın ilişkim oldu. Ahmet Ertegün, Arif Mardin ve İIhan Mimaroğlu ile birlikte çalışma şansım da oldu. Birkaç organizasyonumda “host” oldular ve programı sundular; fikir verdiler. İlhan Mimaroğlu’ndan özellikle güzel hikâyeler dinledim. Onlar gerçekten Amerikan müzik dünyasına yön veren isimlerden oldular. Ahmet ve rahmetli Mehmet Uluğ ve Hasan Saltık Türkiye için büyük şanstılar bence. Türkiye’deki müzik piyasası onlardan çok şey öğrendi. Dünyaya açık oldular hep.
Söylediğiniz gibi, müzik dünyasında herhangi bir şekilde saygın bir iş yapabilmek ve kalıcı olmak, bu işi ancak tutkuyla severek yaptığınız zaman mümkün. Ben Drom’dan önce de iki mekân işlettim ve hep müzikle iç içe oldu bu mekânlar. Drom’un ilk 10 yılı çok güçtü. Özellikle maddi açıdan çok zorlandık. Sanırım benim yerimde bir ”iş adamı” olsaydı, kapardı 2-3 yıl içerisinde. Biz çekirdek ekip olarak, yöneticim Hülya, birlikte “booking” yaptığımız Mehmet ve ben, gerçekten özveri ile çalıştık ve severek yaptık işimizi. Hâlâ da aynı heyecanla yapıyoruz. Şimdi bize oğlum Deniz de katıldı.
Hedefimize ulaştık mı? Bence henüz değil, ama sanırım çok yakınız. Drom, hep Up and Coming Artists dediğimiz gruplara ev sahipliği yapıyordu ama artık müzik dünyasının tanınmış gruplarını da ağırlıyoruz. Önceki yıllara göre programlamamız daha zenginleşti ve hedefe yaklaştık diyebilirim. Ama benim hedefimde değişik kültürden müzisyenleri birlikte sahneye çıkartıp yapımcılığa da yönelmek var. Mesela 2-3 hafta sonra NY Gypsy All Stars, Ibrahim Maalouf ile çalacak…
Sanırım bizim işimizde “yaptım ve bitti” yok. Hep daha aktif ve yaratıcı olmak zorundayız, New York City gibi bir şehirde ayakta kalabilmek için.
Drom’da gördüğüm kadarıyla çok çeşitli müzik tarzlarına yer veriyorsunuz. Gypsy Jazz, Latin Jazz, Reggae, Fusion ve çok çeşitli Dünya müziklerine… Drom’un kapısı her müziğe ve müzisyene açık mı?
Drom New York’un en önemli dünya müzigi yapan mekânı diyebilirim. Pandemi öncesi bizim programımızın yarısı Amerika dışından gelen ve kendi ülkelerinin müziklerini yapan gruplardan oluşuyordu. Son günlerde tekrar hareketlenmeye başladı; değişik ülkelerden turlayan gruplar bizi aramaya başladılar çalmak için. Old School Hip Hop’tan Sibirya’dan gelen throat singer’lara kadar geniş bir yelpazesi var Drom’un. Gerçekten çok eklektik bir mekânız; müzik çeşitliliğimizin dışında “Cabere” programlarımız da var. School of Burlesque düzenli gösteriler yapıyor; Pole Dancing ve Comedy show’larımız var. Yelpaze çok geniş yani.
Mekânın özelliklerini bütün detaylarıyla web sitesinde paylaşıyorsunuz! Web sitesini gezdiğim hiç bir caz kulübünde böyle bir şeye denk gelmemiştim. Türkiye’deki mekan işletmecilerine örnek olsun!… Bu nereden aklınıza geldi?
Amerika’daki profesyonel müzik mekanları genellikle detaylı paylaşırlar ve bu da venue’lere kolaylık sağlar. Grupların fazla soru sormasını azaltıyor. “Teknik bilgilerimiz web sitesinde var” demek daha kolay, tek tek anlatmaktansa. Grup hakkında oldukça detaylı bilgi ve video koymak, seyirciyi bilgilendirmek de önemli. Neyle karşılaşacağını bilerek geliyor izleyici.
Jazz müziği Drom’da ne sıklıkla yer buluyor? The Mingus Big Band, Mike Stern, Kai Eckhardt ve Dave Weckl dikkatimi çeken isimler oldu… Jam Session’lar yapılıyor mu?
Ben uzun yıllardır iyi bir Jazz dinleyicisiyim, ağırlıklı dünya müziği yapıyoruz ama cazı da hiç ihmal etmedik, son dönemde caza daha da fazla ağırlık veriyoruz diyebilirim. Bazı yerleşik programlarımızın sonunda çok güzel Jam sessionlar oluyor. Mesela, Pedrito Martinez yapıyor bunu her iki haftada bir. Brass bandlerle yaptığımız konserlerin bitiminde çok keyifli Jam oluyor.
Bir yandan da atölyeler yapıldığını fark ettim ve memnun oldum. Rezervasyon, planlama ve pazarlama süreçleri dahil olmak üzere canlı müzik işinin nasıl yapılabileceği konusunda Mehmet Dede’nin hazırlamış olduğu 26 Haziran’daki atölyeyi kaçıranlar için soruyorum; bu tür bir etkinlik tekrar yapmayı düşünüyor musunuz? Atölye nasıl geçti? Türkiye’den ve başka ülkelerden katılımcılar oldu mu?
Mehmet, Drom’un yanı sıra üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Geçtiğimiz aylarda NYC canlı müzikle ilgili çeşitli bilgilendirici seminerler düzenledi, Drom da radarlarında olduğu için Mehmet’ten de sunum istediler. Katılım güzeldi, ama Türkiye’den katılım pek yoktu, daha çok yerel katılımcılar vardı. Ayrıca geçmişte Avrupa ülkelerinin konsolosluklarında Amerika’da nasıl tur düzenlenir ve ne yapılmalı gibi konularda da seminerler yaptık.
Piyanist Bilge Günaydın’ın Cenk Erdoğan (Gitar) ve Ozan Musluoğlu (Kontrbas) ile birlikte seslendirdiği “Sketches of Green” albümü “Drom Music” etiketiyle piyasaya çıktı. Bu kayıt şirketi yeni bir projeniz mi, yoksa bir süredir devam ediyor muydu? Müjdesini vereceğiniz yeni albümler var mı yolda?
Drom 15 yıldır açık; ben 25 yıldır promoter ve organizatör olarak farklı projeler yapıyorum ama NYGAS’ın ilk albümü dışında hiç yapımcı olarak ürün veremedim. Bu sene, bir kaç tane özel proje geliştirmek istiyorum.
Bilge ile bu sene tanıştık İstanbul’da. İlk albümünü çok beğendim, Amerika’ya gelmeden önce Cenk (Erdoğan) ve Ozan (Musluoğlu) ile yaptıkları kayıtları da dinledim ve ilgimi çekti; onun mix’lerini NY’ta yaptırıp, ilk Drom albümü olarak sunduk.
Bu yapımları sürdüreceğiz. Önümüzde bir NY Gypsy All Stars albümü olabilir. Yine onların Ibrahim Maalouf ile bir konseri olacak. O konser, güzel bir albüm olabilir. Erkan Oğur ile birlikte birşeyler yapmak isteyen Amerikalı müzisyenler var. İleride güzel projeler var gibi.
12 sene New York Gypsy Festival’ini ve 2 sene de Istanbulive etkinliğini New York’ta düzenlediniz. Çok güzel projeler olduğu afişlerinden belli oluyor. Bu deneyimlerinizi bizimle paylaşır mısınız? Neler yaşadınız? İlginç anılarınız olabilir.
Istanbulive projesini 2009’dan itibaren 6 sene peş peşe yaptık ve Türkiye’den çok önemli grupları ağırladık. İlk sene MFÖ, Sertab ve Demir, Brooklyn Funk Essentials, Hüsnü Şenlendirici ve Salias gibi sanatçıların katıldığı yelpazesi geniş bir program oldu. Summer Stage tarihinde ilk kez kapıları kapadılar. İçeride 7 bin kişi vardı. Bu programa 3 yıl devam ettik. Headliner olarak Kenan Doğulu, Zülfü Livaneli, Manga gibi gruplar vardı. Daha sonra Lincoln Center’da Selda ve Hüsnü Şenlendirici ile yaptık. Çok ilginçtir, bu konserlerin ortak özelliği, hepsinde bir süre yağmur yağmasıydı.
Her şey çok güzel gitmişti, hiç problem yaşamadan atlattık. İlk sene Sertab ve Demir’in Painted on Water projesini koymuştuk programa ve bütün parçalar İngilizceydi, fakat Türk seyirci bunu bir türlü kabul etmedi; “Sertab niye Türkçe söylemedi?” diye yıllarca sitem etti. Zülfü Livaneli ve Selda konseri öncesi yağan yağmur inanılmazdı. Radar başında 1 saat bekledik, ne olacak iptal edecek miyiz diye ama şans yardım etti, şimşek yoktu ve devam edebildik.
NY Gypsy Festivali son 14 yıldır yapılıyor ve değişik ülkelerden çok keyifli grupları ağırladık. Hele bir Boban Markovic konseri vardı ki unutulmaz! Toronto’dan 16:00’da NY’a gelmeleri gerekiyordu, fakat uçakları havanın bozuk olması yüzünden kalkamayınca 21:00’deki konsere gece yarısı gelebildiler. Gece boyunca bir çok kişi terk etmişti salonu ama nasıl oldu ve nereden tekrar geri geldiler anlayamadık ve yüzlerce kişi geri döndü ve gece 2:00’de konsere başladık, 5:00’e kadar salondaki 400 kişi bütün gece dans ediyordu; hiç unutamam o geceyi. Yine Central Park’taki Fanfare Ciacorlia konseri de unutulmazlar arasındadır benim için; yüzlerce kişinin aynı anda zıplayarak dans etmesi çok hoştu.
Bir yandan da Cem Adrian, Sertab Erener, Zülfü Livaneli, Zeynep Bastık, Kalben, Mehmet Erdem, Gripin, Mor ve Ötesi, Kenan Doğulu, Duman, Halil Sezai ve Demet Sağıroğlu gibi ünlü isimlerin Amerika’daki konser programlarını oluşturduğunuzu görmekteyim. Amerika’da sahne alacak Türkiye’den ünlü müzisyenlerin menajerlerinin çoğunlukla sizinle irtibata geçtiklerini anlıyorum. Bu konuda tek adres siz misiniz?
Ben tek adres değilim, ama sürekli yapan yok diyebilirim. Yapanların da bir kısmı benim organize ettiğim turların kendi şehirlerindeki bölümlerini benim için yapıyor; özellikle DC, LA ve San Francisco’da. Onun dışında son dönemde bir kaç dernek ya da kuruluş da organize olmaya başladı; bazılarına ben de destek veriyorum. Amerika’da Türk seyirci Avrupa gibi çok olmadığı için ve masrafların burada daha da çok olması yüzünden, maddi anlamda getirisi yok, bu tür konserlerin aslında. Sanatçılarla karşılıklı özveri ile yapıyoruz bu turneleri.
New York’ta pandemi süreci çok ağır yaşandı. O süreci nasıl geçirdiniz? Uzunca bir süre ara vermeniz gerekti herhalde? Neler yaptınız?
Pandemide çok zor anlar yaşadık; ilk etapta yardım kampanyaları yaptık, elemanlarımıza destek olabilmek için; o şekilde ayakta kalmaya çalıştık. Sonrasında sokakta konserlere başladık. Kapıya masalar, tenteler ve bar kurduk ve lokal grupları çıkarttık. Amacımız hem çok zor durumdaki lokal grupları desteklemek, hem de pandemiye yenilmeyeceğiz demekti. Ama bir dönem maalesef 1 ay kadar tamamen kapandık. O dönemde de online festival yaptık; 1 haftada 15 ayrı ülkeden 40 gruptan oluşan bu festival çok ilgi çekti.
O dönemin sonunda, global fest, dünya müziğine yaptığımız katkılardan dolayı impact ödülünü 2021’de bize verdi. Live Music Society 20 mekana “grand” verdi; biz de onların içinde yer aldık. Daha sonrasında devlet yardımı aldık, borçlarımızı ödedik ve toparlandık.
Yeni dönem çok iyi başladı. Birçok mekân kapandı, ama biz ayakta kalabildik ve hatta daha da güçlendik diyebilirim.
Bu keyifli sohbet için size teşekkür ediyorum. Son olarak, haddim olmayarak, size iki etkinlik önerisinde bulunayım; bu tür önerilere alışmışsınızdır! Selçuk Metin’in yönetmenliğinde hazırlanan Genco Erkal’ın “Genco” belgeseli ve Yıldız Kenter’in “Caniko” belgeseli. Bunların New York’ta gösterimini sağlayabilirseniz, Amerika’da yaşayan bir çok kişi katılım gösterecektir diye düşünüyorum. Ne dersiniz?
Ben Genco Erkal ve Müşfik Kenter’in hemen her tek kişilik oyununu, taşıdım Amerika’ya. Hatta ilk yaptığım proje Genco Erkal’ın “Memleketimden İnsan Manzaraları”dır. 1998 yılıydı sanırım. Aynı şekilde “Ferhangi Şeyler” de geldi 2 kez!
Genco Bey’in filminin galasında ENKA’daydım; en son o zaman görüştüm kendisiyle. Bu hafta da telefonda konuşabildim. Genco Bey’in filmini seyrederken çok duygulandığımı hatırlıyorum ve sonrasında kendisine, “Ne şanslıyım, sanat hayatınızın bir bölümünü sizinle paylaşmışım.” demiştim. Göstermek lazım NY’ta haklısınız. Yıldız Hanım’a da bir borcum var aslında; bana kızmıştı. Müşfik Bey 4-5 kez geldi ama onunla hiç çalışamamıştık. Neden yapamadık bilemiyorum ama denk gelmedi bir şekilde.
Nazım’ın 100. doğum gününü kutlamıştık ve çok güzel olmuştu, final harikaydı. Zülfü Livaneli, Genco Erkal, Tilbe Saran, İlhan Mimaroğlu gibi sanatçılar tek tek gösteri yaptıktan sonra hep birlikte “Karlı Kayın Ormanı”nı söyleyerek bitirmişlerdi geceyi ve o dönem Can Dündar’ın “Nazım” belgeselini göstermiştik sinemada; çok da ilgi görmüştü.
Çok teşekkürler! Hoşçakalın!