Akbank Caz Festivali

Ohannes Kemer: Nefesle Tellere Dokunan Adam

Bazı müzisyenler vardır; sahne ışığı onların üzerine tutulmaz, adları büyük harflerle afişe edilmez, röportajlara, televizyonlara pek çıkmazlar… Ama müziklerinde öyle bir derinlik vardır ki, sesini duyduğunuzda kim olduğunu bilmeseniz de ruhunuzu bir yerden yakaladığını hissedersiniz. İşte Ohannes Kemer, tam olarak bu isimlerden biriydi. Adı az bilinir ama sesi, nefesi, dokunuşu Türkiye müziğinde derin izler bırakmıştır.

Ohannes Kemer ve Barış Manço
Ohannes Kemer ve Barış Manço (1975) (Kaynak: Oldies Plak)

Onu anlatmak, sadece bir müzisyeni değil, bir dönemin, bir anlayışın, bir kültürün temsilcisini anlatmak demek. Müzikte gösterişin değil ustalığın, kalabalıkların değil sadeliğin, hızlı tüketimin değil kalıcılığın temsilcisi bir adamdı o. Ve ne yazık ki, hakkında konuşan az, yazan daha da az. Belki de bu yüzden onu anlatmaya, yeniden tanıtmaya bir ihtiyaç var.

Ohannes Kemer, 1950’li yılların ortasında İstanbul’da, bir Ermeni mahallesinde doğdu. O dönem İstanbul’un bu çok kültürlü mahalleleri, yalnızca etnik kimliklerin değil, müziklerin de iç içe geçtiği yerlerdi. Evlerde Türkçe plaklar, Ermenice ilahiler, Rum ezgileri ve batılı valsler yan yana çalardı. Ohannes’in evinde de müzik günlük yaşamın bir parçasıydı.

“Kağıthane’de ahşap iki katlı bir evimiz vardı, ben çalardım, annem de söylemeye başlardı: ‘Yağmurun sesine bak…’ Zevk alırdı söylemekten.” (*)

İlk çalgısı saz değildi. Hatta hayalinde gitar vardı. Ama evdeki büyüklerin elinde saz görünce ona yöneldi. Bir nevi kaderi oldu sazın telinden çıkan ses.

“Hayalim gitar çalabilmekti… Ama sonra dedim ki İngiliz gibi gitar çalacağıma Türk gibi saz çalayım.” (*)

O dönemlerde müziğe dair formel bir eğitim almamıştı. Notaları öğrenmeden önce duymayı öğrendi. Kilise ilahilerinden, plaklardan, sokaktan, komşu evlerden… O dönemin çocukları gibi, müzik onun için yazılı bir dil değil, yaşayan bir sesti. Dinleyerek, taklit ederek, hissederek büyüdü.

Ohannes’in ailesi, müziğe karşı sıcak ama mesafeli bir yapıdaydı. Babası şarkı söylemezdi ama dayıları, amcaları saz çalardı. Bu yüzden ev, bir nevi yerel müzik akademisine dönüşmüş gibiydi. Saz, tambur, zurna… Ermeni ve Türk müzik kültürleri birbirine karışırdı.

“Babam hiç söylemedi. Ama dayılarım, amcalarım çok isterdi, onlar çalardı. Kabiliyet bana geçmiş.” (*)

Birçok azınlık sanatçısının aksine, Ohannes kimliğini gizlemeyi seçmedi. Sahnede, turnede, albümde hep gerçek ismini kullandı. “Orhan” olmadı. Ohannes olarak kaldı.

“Ben ismimi saklamadım, Orhan falan yapmadım. Turnelerde bile adımı saklamadım. Bence sakıncası yoktu.” (*)

Bu duruş, dönemin Türkiye’sinde sıradan bir tercih değildi. Ama o, müzikle kurduğu bağın kendisini görünür kılacağını biliyordu. Kimliği, müziğine sinmişti; onu değiştirmeye çalışmadı.

Ohannes, Kadıköy Ticaret Lisesi’nde okurken arkadaşlarıyla birlikte okul orkestrasında çalıyordu. 1971 yılında katıldıkları bir yarışmada dikkat çeken performansları, onun için yepyeni bir kapı açtı. Yarışma jürisinde Barış Manço da vardı. O gün orada Barış Manço’nun dikkatini çektiler.

“Barış o yarışmada jürideydi. Nur (Moray) ve beni Kurtalan Ekspres’e almak istedi.” (*)

Kurtalan Ekspres’e katılması, Ohannes’in yalnızca profesyonel müzik hayatına adım atması değildi. Bu aynı zamanda Türkiye’de Anadolu Rock gibi bir türün doğuşunda sahne almak, onu şekillendiren ekipte olmak demekti. O dönem Ohannes yalnızca bir müzisyen değil, bir yapı taşıydı.

Ve 1974… Avustralya turnesi… Barış Manço ve Kurtalan Ekspres’in TV kaydı. Kuliste yapılan röportajın arkasında, sessizce sazını çalan genç müzisyen… O kayıt bugün bile YouTube’da izlenebilir. Ve orada, Ohannes Kemer, tek başına müziğin gücünü temsil eder.

Bu görüntüleri izlediğimde aklıma hemen değerli arkadaşım Cihangir Akkuzu geldi. Kurtalan Ekspres’in davulcusu Cihangir, rahmetli Bahadır Akkuzu’nun kardeşi Cihangir. Hemen sordum: “Videodaki kişi Ohannes mi?” Cevap kısa ve netti: “Çok yetenekli bir müzisyendi.

Ohannes Kemer’i farklı kılan en belirgin özelliği, aynı anda pek çok enstrümanı üst düzey çalabilmesiydi. Klarnet, saksafon, bağlama, gitar, tambur, klavye… Hatta bazı stüdyo kayıtlarında, bir parçanın neredeyse tüm altyapısını tek başına çaldığı bilinirdi.

Barış Manço bir gün kayıtta dönüp şöyle demiş: “Kardeşim, sen bir orkestrasın tek başına.

1972 Kurtalan Ekspres Kadrosu: Engin Yörükoğlu, Özkan Uğur, Nezih Cihanoğlu, Ohannes Kemer, Nur Moray, Barış Manço, Celal Güven
1972 Kurtalan Ekspres Kadrosu: Engin Yörükoğlu, Özkan Uğur, Nezih Cihanoğlu, Ohannes Kemer, Nur Moray, Barış Manço, Celal Güven (Kaynak: Oldies Plak)

Bu çok yönlülük yalnızca teknik değil, ruhsal bir derinlikti. Klarnetle çaldığında bir Ermeni düğünü gelir akla, bağlamayla Anadolu bozkırları… Saksafonla çaldığında ise bir caz kulübünün loş köşesine ışık düşer gibi olur. Her çalgı, Ohannes’in başka bir kişiliğiydi sanki.

Stüdyo, Ohannes Kemer’in gerçek evi gibiydi. Sahneyle arasında mesafe olsa da kayıt odaları onun nefes aldığı, kendini en iyi ifade ettiği yerlerdi. Diğer müzisyenler gelir geçerdi, ama o hep oradaydı. Kalabalıktan uzakta, sesin özüne yakın…

Roll röportajında şöyle bir anı anlatır:

“Bir gün prova yapıyoruz, herkes çok dağınık. Dedim ki, durun bir dakika. Elime bağlamayı aldım, başladım çalmaya. Ses yok. Herkes durdu. Sonra tek tek katıldılar. O an müziğin aslında bir şeyleri nasıl hizaya soktuğunu gördüm.” (*)

Onun için müzik bir aritmetik değil; bir sezgi meselesiydi. O yüzden doğaçlamaları olağanüstüydü. Melodiye yaklaşırken önce dinler, sonra cevap verirdi. Her notada bir düşünce, her seste bir duygu gizliydi.

Ohannes Kemer, hiçbir zaman albüm kapaklarının yıldızı olmadı. Konserlerde ortada durmadı. Röportaj vermezdi. Ama her grubun ruhuna nüfuz ederdi. Onu bilen müzisyenler için o bir tür iç sesti. Grubun bilgesi, stüdyonun dervişi, müziğin yol göstericisiydi.

“Ben kendimi ne halk müzisyeni, ne rockçı diye tanımladım. Hepsi aynı hikâyenin başka dillerle anlatımıydı.” (*)

Onun gibi sanatçılar, sadece müzik yapmaz; müziği düşünür, yaşar, taşır. Onlar olmasa bazı parçalar eksik kalır, bazı duygular dile gelemez.

Ohannes Kemer’in sesi onlarca albümde, yüzlerce parçada var. Ama onu tanıyan az, bilen daha az. Oysa o; kimliğini gizlemeden, kendini öne çıkarmadan, yalnızca müzikle konuşarak nesillere iz bıraktı.

Genç müzisyenlere danışmanlık yaptı, yollarını açtı. Öğreten değil, dinlemeyi öğreten bir ustaydı. Onunla çalışan herkes bilir ki, bir bakışıyla bile parçayı başka bir yöne çevirebilirdi.

Ve belki de bir gün, bir şarkının ortasında duyduğunuz o tanıdık ama adı bilinmeyen bir tını… O, Ohannes Kemer’dir.

Sessizce, derinden ve tam yerinde… 

(*) 2004 yılında Roll dergisinde yayınlanan röportajıyla Ohannes Kemer’in sesini bugüne taşıyan ve bu yazıya da ilham olan Murat Meriç’e teşekkür ederim. Sessiz kalmış notaları görünür kılmak her zaman kıymetli; iyi ki var..

Mine Gürevin’in Dark Blue Notes’daki diğer yazıları
Dark Blue Notes’da Portreler
Roll arşivi

Mine Gürevin

Yeme içme kültürüne düşkün bir matematikçi. Fermantasyon etkisinde müzik yazıları üretmeyi seviyor.

Mine Gürevin 'in 93 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Mine Gürevin ait tüm yazıları gör