Kalpten Geçen Zeka ile Caz: Öner Karaçuha
Geçtiğimiz haftalarda A New Era Begins isimli yeni quartet albümü çıkan Öner Karaçuha uzun yıllardır takip ettiğim bir müzisyen. Cazın kesinlikle karın doyurmadığı bir dönemde “kalpten geçen bir zeka ile” müzik yapan Öner Karaçuha ile, İstanbul caz sahnelerinde izleme fırsatı bulabileceğiniz dörtlüsünü, yeni albümünü, Avrupa caz festival ve mekanlarına gitme hedeflerini ve İstanbul caz mekanlarını konuştuk. Nardis, Bova ve Karga gibi mekanlardaki konserlerinde artık seyircinin aşina olduğu A New Era Begins, Mario ve Sin parçalarının yanı sıra albümde bir intro ve outro bulunuyor. Ayrıca albümde Erkan Oğur’un Mor Dağlar parçasına leziz bir düzenleme cover’ı da konmuş. Japon animasyon soundtrack müzisyeni Yoko Kanno’nun Black Piano’su da albümün diğer cover parçası. Akışkan groove’ları, hüzünlü trompeti ve aklın sınırlarını zorlayan davul ve klavye trafikleriyle Öner Karaçuha Quartet’i biz çok sevdik, sizlerin de sevmesi dileğiyle…

Hilal Sarı: Sevgili Öner Karaçuha, ben tanıyorum seni ve severek de takip ediyorum işlerini ama Dark Blue Notes okurlarının da seni daha yakından tanıması için kısaca kendinden ve müzik geçmişinden söz edebilir misin?
Öner Karaçuha: Merhaba, öncelikle Dark Blue Notes’a Türkiye caz sahnelerine gösterdiği bu ilgiden ve verdiği destekten dolayı teşekkür ediyorum. Biz her ne kadar belirli bir caz dinleyicisi tarafından takip ediliyor olsak da, eserlerimizi daha geniş kitlelere ulaştırmak istiyoruz. Ben kendimi müzik üreticisi olarak tanımlamayı seviyorum. Davul çalıyorum ve davul lead bir quartetim var: Öner Karaçuha Quartet. Bu quartet ile uzun yıllardır İstanbul’un ve Türkiye’nin önemli caz mekanlarında ve festivallerinde sahne alıyoruz.
Benim müzik öğrenimim aslında istatistik öğrenimim sırasında alaylı bir şekilde başladı. Üniversitede “365 Gün” isimli bir heavy metal grubumuz vardı, cover çalıyorduk üniversite festivallerinde. Çocuklukta alınan piyano dersleri dışında müziğe belirli bir mesafeden bakarak geçmişti uzun bir süre. Daha sonra ilk davul hocam ve değerli caz davulcusu Uğur Doğruyol ile bir seneye yakın çalıştım. İstatistik üstüne bir de işletme masterına başladım. Ama bir noktada o yolu terk edip müziğe girişmek istedim ve Güç Başar Gülle yönetimindeki Modern Müzik Akademisi’nde (MMA) burslu olarak okuma hakkı kazandım. MMA, Berklee College of Music’in Türkiye Şubesi tadında bir yerdi. Tercan Şener, Cem Konuk, İlter Kalkancı, Serdar Öztop ve Volkan Hürsever gibi çok değerli müzisyen ve hocalarla çalışma fırsatım oldu.

Daha sonra Bahçeşehir Üniversitesi caz programında yine burslu okudum. Davulda Cem Aksel’den eğitim aldım. Sibel Köse ile de çalıştım o dönemde vokal enseble dersinde. Baki Duyarlar ile armoni eğitimi aldım. Şevket Akıncı ve Şenova Ülker ile yine ensemble derslerine katıldım. Yüksek lisansa da başladım ama orada “bu müziği öğrenmek mi, akademisyen olmak mı” arasında gelgitli bir dönem yaşadım. Akademisyenliğin bana göre olmadığını biliyordum içten içe. Çünkü ben canlı performans sergilemek istiyordum ve bütün tutkum bu yöndeydi. Sevgili Hocam Yeşim Pekiner beni bir sertifika programına yönlendirdi. Bir yıl süren bir sertifika programı vardı. Yüksek lisansla aynı derslerdi ama sadece 1 yıl sürüyordu. Sertifika programını bitirmek zaman açısından daha uygun geldi. Bahçeşehir Üniversitesi Caz Programı’nda çalıştığım hocalarla daha sonra sahne alma şansım da oldu. Yeşim Pekiner, Emre Tukur ve Şenova Ülker ile yer aldığım konserler oldu. Şevket Akıncı ile aynı albümde çalma mutluluğunu da yaşadım. Bu programda hocalarımın bir süre sonra aynı sahneyi paylaştığım müzisyen arkadaşlarım haline gelmesi bana çok büyük motivasyon oldu ve katkı sağladı.
Eşlikçilikten quartete rengarenk bir yolculuk!
Hilal Sarı: Birçok müzisyen gibi sizin de rengarenk bir eşlikçi kariyeriniz de var. Biraz o dönemden bahsedebilir misiniz?
Öner Karaçuha: Evet eşlikçi olarak davul çaldım yıllarca. Bunu tüm caz davulcuları yapıyor. Bunda utanılacak bir şey yok. Caz para getirmediği için bu şekilde ayakta kalmaya çalışıyor müzisyenler. Birçok tiyatrocunun tiyatrosunu TV dizilerinde oynayarak ayakta tutmaya çalışmasına benzetiyorum ben bunu. No Land’le çaldım. Hala da eşlik ediyorum gerektiği zaman. No Land dışında şu an aktif olarak Mathis grubu ve Dipnot ile çalışıyorum. Onun dışında Tara Mamedova ile çalıştım. Xero Abbas’la çalıştım. Eskilerden, geçtiğimiz aylarda vefat eden Metin Arolat’la çalıştım. Eflatun ile çalıştım. Mikail Aslan’la çalıştım. Şu an aklıma gelenler bunlar. Hepsi çok özgün ve değerli projelerdi. Konserler dışında bugüne kadar birçok albümün davul kayıtlarında yer aldım.

Hilal Sarı: Öner Karaçuha Quartet’in yolculuğundan bahsedelim biraz. Quartet kurma fikri ne zaman ve nasıl oluştu? Hem de davul lead bir quartet dünyada da çok yok bildiğim kadarıyla değil mi?
Öner Karaçuha: Benim örnek aldığım ya da beslendiğim bazı gruplar ve şarkıcılar var. Mesela Yussef Dayes, önemli bir davulcudur. Richard Spaven de son zamanlarda sık dinlendiğim ve feyz aldığım davulculardan. Alfa Mist, keza öyle. Yıllardır bekliyorduk en sonunda o da İKSV Caz Festivali’nde sahne aldı. Hatta sizinle Park Orman’da birlikte izlemiştik. Alfa Mist ile Bozcaada Caz Festivali’nde aynı kuliste olmak da güzel bir andı benim için. Aslında quartet hep aklımda olan bir projeydi. Yaptığım temalar, besteler hep vardı. Stüdyomda da kaydediyordum. Sonra babamın vefatının ardından bir üretim sürecine girdim. Artık beste yapıp kaydetmem gerektiğini hissetmiştim. İlk Root adlı parçayı yaptım, bitirdim. Root 2020 yılında çıktı. Sonra babam için yaptığım Body parçası var. Body’de bir işbirliği de yaptık; No Land’in vokali Kamil Hajiyev Body parçasının üzerine babamın Unutma adlı şiirini okudu. Unutma ile aslında Root’un farklı bir versiyonu yapmış olduk. Altyapıları aynı parçalar.

Emre Tukur ile trio olarak başladık
Aslında quartetten önce ben Bahçeşehir Üniversitesi’nde okurken çok değerli piyano hocam ve ensemble derslerimize gelen Emre Tukur vardı. O da yakın bir zamanda vefat etti, yaklaşık iki ay oluyor. İlk onun sayesinde trio olarak başladık: Öner Karaçuha Trio. Emre Tukur vardı klavyelerde, bas gitarda Barış Dağhan vardı. Çok önemli müzisyenler ve kişilikler. Emre Hoca bana bu konuda çok destek oldu. Kendisi bir enstrümantalist olarak o trionun bir parçasıydı. Derslerde birlikte çalmaktan çok hoşlanırdık. 2018 yılıydı, Taksim Peyote’de sahne almıştık bu trio ile. Hancı Sahne’de ve Bova’da da çıkmıştık. Daha sonra besteler arttıkça bir quartet olarak devam etmeye karar verdim.
Quartet’e ilk başladığımızda Emil Tan Erten vardı klavyede. Bas gitarda Korel Memili. Korel de benim Modern Müzik Akademisi’nden sınıf arkadaşımdı. Trompette ise Oğuzcan Bilgin, ki hala quartette devam ediyor bizimle. Nardis’te ve Ankara’da Samm’s bistro’da çaldık bu quartet’le. Kadın basçımız oldu bir dönem. Mine Yiğitbaşı ile beraber çalıştık bir süre. Ama o üniversiteye gidiyordu ve bir yıllığına Erasmus için Belçika’ya gitti. Sonra da oradaki üniversitede kaldı. Bir süre sonra Emil’in iş yoğunluğu nedeniyle ekibe şu anda da hala quartette bizimle olan synthesizer ve klavyede Çağkan Irmak Koç geldi. Sonra da aramıza basçı Enver Ferah katıldı. Böylece bugün Öner Karaçuha Quartet olarak çıktığımız konserlerdeki ekip oluşmuş oldu.

“Kadıköy’den de bir Cory Henry çıkabilir”
Hilal Sarı: Çağkan harikalar yaratıyor her sahnenizde ve seyirciyi de müziğinin içine alıyor. Bugün Bozcaada Caz Festivali’nden Nardis ve Bova gibi İstanbul caz sahnelerinde sahne alan Öner Karaçuha Quartet’ten bahsedelim biraz da. Klavyede Çağkan özellikle benim de şahsen bayıldığım müzisyenlerden biri. Bir Cory Henry havası var kendisinin.
Öner Karaçuha: Şu anda davulda ben, synthesizer’da ve klavyede Çağkan Irmak Koç, trompette Oğuzcan Bilgin ve bas gitarda Enver Ferah var. Evet, Çağkan çok başarılı bir müzisyen. Doğru bir Cory Henry havası var. Neden olmasın ki, Kadıköy’den niye bir Cory Henry çıkmasın ki? Quartetin tüm üyeleri benden genç. Ben de çok yaşlı bir insan değilim ama benden genç insanlarla da çok iyi anlaşıyorum. Bana da o şans verildi bir de, belki o yüzdendir. O mentaliteyle müzik yapıyorsun. Senden büyük hocaların sana usta oldukları halde seninle birlikte müzik yaptılar ve severek yaptılar. Büyüklerimizden öğrendiğimiz şekilde devam ediyorum. O gerçekten de biraz eğitimde alınan görgüden ileri geliyor olabilir. Bir de gerçekten çok yetenekli genç insanlar var. Enver de son iki senedir bizimle. Yani aslında Öner Karaçuha Quartet iki yıldır aynı isimlerle devam ediyor.
“A New Era Begins” tüm platformlarda!
Hilal Sarı: Biraz da yeni albümü konuşalım. “A New Era Begins” nasıl bir albüm? İlk kez dinleyeceklere nasıl anlatırdınız albümün hikayesini?
Öner Karaçuha: Aslında biz albümü bir süredir konserlerimizde çalıyoruz ama albüm dijital platformlara 28 Şubat’ta girdi. İstanbul’da Nardis, Bova ve Karga Art gibi mekanlarda yeni albümü çalıyoruz bir süredir ve seyirciden sevindirici geri dönüşler alıyoruz. Geçen yıl Bozcaada Caz Festivali’nde sahne aldık ve albümden bazı parçaları orada da çaldık. Albüme adını veren A New Era Begins parçasını, Sin parçasını ve Mario parçasını önden single olarak çıkarttık.
Albümde bir konsept var aslında. Intro ve outrosu olan bir albüm. Bir yolculuk oldu bizim için bu albüm. Intro ile o yolculuğa çıkıp, Sin parçası ile günah işleyip, Mario ile 90’lı yıllara gidiyoruz. A New Era Begins ise bu yolculuğun yeni bir çağa açılan kapısı gibi. A New Era Begins ve Mario parçalarını Dünyadan Sesler programında da canlı performans olarak kaydettik, YouTube’da var. Albümde çok değerli iki tane de cover parçamız var. İlki Erkan Oğur’un Mor Dağlar. Konserlerde de sık sık çalıyoruz. Bu parçayı ilk duyduğumda, albüm ve parça beni çok etkilemişti. Albümdeki bir diğer cover ise Japon animasyon bestecisi Yoko Kanno’nun Piano Black parçası. Piano Black bir animasyonun soundtrack parçalarından biri aslında. Onu da konserlerde sürekli çalıyoruz. Root’un yeni bir düzenlemesini yaptık. Body parçasını da yeniden çaldık. Son iki parça da, 16 (13-16’lık ritimde olması nedeniyle ismi 16) ve New Try.
Hilal Sarı: Öner Karaçuha Quartet’te tüm besteleri sen yapıyorsun bildiğim kadarıyla. Müziklerin yapım sürecinden bahsedebilir misin biraz?
Öner Karaçuha: Genelde şöyle oluyor. Ben bir tema oluşturuyorum home studio’mda. Onun üstüne beraber prova alıp o temayı geliştiriyoruz. Aranjesini, trafiğini mutfakta canlı canlı oluşturuyoruz. Ya da Çağkan ile beraber çaldığımız bir an ortaya çıkan temadan ilerliyoruz. Çağkan ile doğaçlama çaldığımız anlar genelde üretim sürecini etkiliyor. Demokratik bir üretim süreci de oluyor o zaman. Zaten o anlamda dengeyi korumak çok önemli bizim için. Çağkan’la sahnedeki iletişimimiz, keza Enver ve Oğuzcan’la da öyle; müziğin trafiğinde birbirimize yol verişimiz, gözlerle anlaşabilmek, lead enstrümanın sürekli değişmesi, bu çok değerli.
Hedef Avrupa caz mekan ve festivalleri
Hilal Sarı: O kadar evrensel bir müzik yapıyorsunuz ki, var mı yurtdışı planları? Türkiye’de nerelerde çıkıyorsunuz?
Öner Karaçuha: Enstrümantal müzik aslında biraz hayal gücüne dayalı bir müzik olduğu için, yurtdışına çıkabilmesi mümkün. Evrensel bir dil nihayetinde. Dinleyici ile aranda dil bariyeri yok. Mesela ben bir arkadaşımla böyle bir oyun uydurmuştum. Herhangi bir enstrümantal müzik açıp sırayla birbirimizin ne hissettiğini soruyorduk. Ve parçanın içindeki düşünceleri hissedip söylüyorduk. Arkadaşıma aynı müzik farklı geliyordu. Bir iletişim aracı, bir hayal gücünü geliştirme aracı olarak da görüyorum enstrümantal müziği.
Albümün de çıkmasıyla beraber önce Türkiye’deki önemli caz sahnelerinde, sonrasında ise yapabilirsek Avrupa caz sahnelerinde dinleyicilerle buluşmayı hedefliyoruz. Türkiye’de şu an ancak yılın ikinci yarısındaki festivallere, yani yaz festivallerine yetişebileceğiz gibi görünüyor. Türk cazının küreselleşebileceğini ve Avrupa’ya açılabileceğini düşünüyorum, bu nedenle de gözümüz Avrupa caz festivalleri ve Avrupa kentlerinin küçük caz mekanlarında. Türkiye’de belirli yerlerde çıkıp albümümüzü kendi seyircimizle buluşturduktan sonra, Avrupalı dinleyicilere de hitap edebileceğimiz fırsatları kolluyoruz.
Bozcaada Caz Festivali’nde, Palandöken’de gerçekleşen Biraz Caz Maz festivalinde çıktık. Küçükçekmece Belediyesi’nin Menekşe Caz Festivali’nde sahne aldık. Henüz malesef İKSV Caz Festivali ve Akbank Caz Festivali gibi İstanbul’un en büyük festivallerinde çıkma fırsatımız olmadı. İKSV Caz Festivali’nin genç caz kategorisine yaklaşık 7 yıl önce (daha gençtim o zaman) Root, Body ve bir şarkı daha tam hatırlamıyorum, toplam 3 şarkı göndermiştim. Yaş ortalamasından kaybettik sanırım. Çünkü İKSV Genç Caz kategorisinde ortalamayı 30’da tutmak gibi bir şart vardı. Aslında dönüş oldu ve “siz zaten profesyonelsiniz, gençlere biraz daha yer vermek istiyoruz” minvalinde bir mail gelmişti.
“Klasik cazdan uzağa sapasım var”
Hilal Sarı: Ne müzik yapıyorsun, diye sorulduğunda hangi genre müzik yaptığını söylüyorsun?
Öner Karaçuha: Aslında kafamda tasarladığım ve isteğim, biraz klasik cazdan daha uzağa, daha alternatif tınılara doğru gitmek. Tırnak içinde “daha modernize” bir ses şöleni yaratmak ve cazın o klasik havadan çıkması. Daha çağdaş belki. Grammy’de biliyorsunuz Snarky Puppy “çağdaş müzik” kategorisinden aday oluyor. Sadece bir caz grubu havasında değiliz aslında. O cazın içinde, işte daha groove, akışkan ya da daha modernize edilmiş unsurlar var. Bunu yapan iki önemli adam var diyorlardı geçen bir yerlerde okudum. Biri Miles Davis. Biri de Picasso. Tabi biz sadece çabalıyoruz. Yanlış da anlasılmasın şimdi.
“Müzisyeninizi daha fazla destekleyin”
Hilal Sarı: Caz seyircisine bir kelamınız var mı?
Öner Karaçuha: Bağımsız müzisyen olmanın bazı zorlukları var. O nedenle seyirciye bağımsızın da bağımsızı caz müzisyenlerini ellerinden geldiğince desteklemeleri çağrısı yapabilirim, naçizane. Biz müzisyenler olarak geçimimizi sağlayabilmek için her zaman ek işler de yapıyoruz. Kadıköy’de bir stüdyom var, orada özel derslerimi veriyorum ve davul kayıtları alıyorum istenilen projeler için. Ayrıca İBB’nin müzik akademisinde eğitmen olarak dersler veriyorum. Eğitmenlik bizim için önemli bir gelir kaynağı oluyor ve kısmen bir güvence de sağlıyor. Mekanlardan alınan ücretler o kadar düşük ki.. Bu nedenle bizim için her sahne kararı, maddi kazanç elde etmekten ziyade seyircimizle buluşabilme amacı taşıyor. Eğer bu müziğin ve Türk caz sahnesinin içindeyseniz, İstanbul’da belli başlı mekanlar var biliyorsunuz: Bova, Nardis, Pera 77 gibi. Badau vardı, kapandı. Karga’da da konser verdik.
Caza alan tanıyan mekan az olduğu için farklı farklı insanlara müziğimizi dinletme şansımız tabii ki çok kısıtlı. Öte yandan Nardis ve Bova’da genelde yabancı turist konuklar da oluyor. Onlardan gerçekten onlara özgü yorumlar aldığımız çok oldu. Şilili, Koreli seyircilerle karşılaştık, bizi ülkelerine davet ettiler. Nardis’te bir kere başımıza bir şey geldi, çok gülmüştük, Amerikalı bir seyirci kitlesi vardı ve bizi “Lütfen New York’a gidin, orada çalın” diyerek onurlandırmışlardı.
Hilal Sarı: Beste yaparken önce duygu mu geliyor, önce ritim mi geliyor, önce melodi mi geliyor? Yani nasıl bir sırada geliyor bunlar?
Öner Karaçuha: O çok değişiyor. Mesela ben bir davulcu olarak konuşayım. Bir davulcu nasıl beste yapar? Genelde davulcuların armoni ya da aranje kurgularının pek olmadığını düşünürler. Aslında öyle değil. En iyi çaldığınız enstrümanın üzerinden hareket ederek de beste yapabilirsiniz.
Ben bunu arkadaşlarıma hep söylerim. Şu an en iyi davulu çalıyorsam besteyi davulla yapabilirim. Bazı parçaların davul trafiklerini yazıyorum önce. Kendi ritimlerini oluşturuyorum. Daha sonra üstüne akor yapısını, melodilerini ekliyorum. Yani her şey aslında bütün temeli o davul trafiğinden alıyor. Çünkü orada, davulda, hissettiğim, bulduğum bir şey var. Bir ritmik yapı var.
Tam tersi olduğu zamanlar da oluyor. Bazen ritim duyguyu getiriyor, bazen duygu ritmi. Stüdyomda klavyenin başına oturup çalarken ya da gitar çalarken bir riff bulduğum da oluyor. O an hissettiğim bir duygu var, hatırladığım bir anı belki de. Yani bu hüzün ve sevinç karışımı bir duygu. Bir kediye baktığın anda hissettiğine benzer bir duygu bu. Böyle bir durumda ritimden ziyade akor yapısı ve melodiler daha önce şekillenebiliyor. Sonra onun üstüne beraber çalışıp ritim yapısını oluşturuyoruz.
“Rap-caz bir işbirliği projemiz yolda”
Hilal Sarı: Farklı disiplinlerden müzisyenlerle işbirlikleri de yapıyorsunuz bazen. Yeni işbirlikleri var mı planlanan?
Öner Karaçuha: Dipnot diye bir hip-hop şarkıcısı var. Onunla konserlerde davul çalıyorum eşlikçi olarak. Onunla beraber quartet olarak konserler vermek istiyoruz, birlikte bir şeyler üretip. Türkiye’de böyle bir şey yok bu arada. Dünyada var; rap-jazz, hip-hop-jazz. Bunlar var olan genreler. Çok sevdiğim ve çalıştığım vokaller var, bazen bestelediğim parçaları, prodüktörlük ve aranje kısmını da üstlenip ortak çalışmalar yayınlıyorum vokallerle. Geçmişte Emre Akbay ve Kamil Hajiyev gibi isimlerle ortak çalışmalar yaptım. Şimdilerde Sevgili İdil Meşe ile ortak bir çalışma içindeyiz.
“Ekip size ‘ben doğru yerdeyim’ dedirtmeli”
Hilal Sarı: Bir caz quartetinin lead davulcusu olarak genç müzisyen arkadaşlara bu yolculukta ne tavsiye edersin? “Ben Öner Karaçuha gibi olmak istiyorum. Caz quartetim olsun istiyorum” diyen ve başta İstanbul olmak üzere Türkiye caz sahnelerinde yer alma hayalleri kuran genç müzisyenlere ne söylemek istersin?
Öner Karaçuha: Artık gençler gerçekten çok genç yaşlarda birkaç enstrümanı birden çalmayı becerebildikleri için günümüzün teknoloji imkanları ve internetin de yükselişiyle kendi kendilerine daha rahat öğrenebiliyorlar. Böyle bir otodidakt, kendi kendine enstrüman öğrenebilen bir müzisyen dalgası var. Billie Eilish gibi atıyorum. Yatak odasında bir tane klavyeyle dünyada en çok dinlenen şarkıyı yapabiliyor gençler artık.

Ama bu tek başına yapılabilecek bir müzik değil. Ortak bir karakteristik özellik, ortak bir etkileşim olması ve buna vakit ayırabilecek, fedakarlık yapabilecek insanları bulmaları gerekiyor önce. Gerçekten o müziği yaptıklarında hani birbirlerinin gözlerine baktığında konser anında “Evet ben doğru yerdeyim” demesi gereken insanlar topluluğunu bulması gerekiyor. Bir davulcu bir klavyeciyle beraber bir süre takılabilir örneğin. Beraber çalabilirler. Deneyler yapabilirler. Ortaya bir şeyler çıkabilir, daha sonra “üstüne gitar ekleyelim” diyebilirler. Böyle bir sinerji içinde birbirlerinin yaratıcı taraflarını tetikleyebilirler.
■ Dark Blue Notes’da röportajlar
■ Hilal Sarı’nın Dark Blue Notes’daki diğer yazıları
■ Öner Karaçuha resmi web sitesi