Akbank Caz Festivali

Ian Anderson ve Jethro Tull: Rock Müziğin Hakiki Efsanesi

Klasik rock tutkunları için çok önemli bir grup olan Jethro Tull adı geçince benim aklıma gelen ilk parça, 1969 tarihli Stand Up albümünde yer alan Bourée’dir. Sessiz ve sakin bir şekilde Ian Anderson’un flütüyle açılan parçaya, Glenn Cornick’in bas vuruşları eşlik eder ve bu ikiliye Clive Bunker’ın açılımlı davul vuruşları katılır. Parçanın bir diğer özelliği de flüt sesine zaman zaman Anderson’un gırtlağından çıkan hırıltının eşlik etmesidir ve bu durum Jethro Tull ses örgüsünün alamet-i farikası olarak her daim yanı başımızdadır. Anderson’un büyük bir maharetle yorumladığı bu parçanın esas sahibi ise klasik müziğin büyük bestecisi Bach’tır. Ian Anderson dokunuşuyla Jethro Tull kariyerinin simgesi olan bu parça, konserlerinin de ayrılmazı olarak da dikkat çeker.

Bourée, bir Jethro Tull alamet-i farikası olmakla birlikte topluluk müziği bu parçayla sınırlandırılamayacak kadar vizyoner ve açılımlıdır.

Jethro Tull ile birlikte, kariyerinin başlangıcı olan 1968 tarihli This Was’dan bugüne tam yirmi üç albüm yayınlayan Anderson, çılgın flüt soloları, sololara eşlik eden gırtlak sesleri, eşi benzeri olmayan titrek, pürüzlü ve alaycı vokali ile kazındı belleklere; ancak onu değerli kılan en önemli unsur, şarkı sözlerindeki titizliği ve sözler ile ulaştığı teatral ve anlatımcı tavırdı. Bu bağlamda adeta bir rock kahramanı değil; muhalif, hayatı sorgulayan bir halk ozanıydı.

Really don't mind if you sit this one out./My words but a whisper, your deafness a SHOUT./I may make you feel but I can't make you think./Your sperm's in the gutter, your love's in the sink.
So you ride yourselves over the fields and/you make all your animal deals and/your wise men don't know how it feels/to be thick as a brick.

Mart 1972’de çıkan Thick As Brick, Jethro Tull’un beşinci stüdyo albümüdür. Albümün tamamını oluşturan şarkı sözleri, 8 yaşında dahi bir çocuk olan Gerald Bostock’un gerçeküstü fantastik şiirinden yola çıkar. Gerald Bostock yarışmada birinciliği kazanmış ancak daha sonra birinciliği elinden alınmıştır. Albümde yer alan bu ana tema, kapağını oluşturan gazetede yer alan haber ve makalelerle desteklense de, gerçek olan albümün tamamen kurgu ve Ian Anderson’un yaratıcı gücüne dayalı olarak oluşturulduğudur. Bu durum; Ian Anderson’un hayatı sorgulayan muhalif ve eleştirel tavrının bir özeti gibidir adeta. Dolayısıyla ortaya çıkan eser bir başyapıttır ve hiç kuşku yok rock için çığır açmıştır.

Tam 40 yıl sonra devam etti bu hikaye; ancak bu kez Anderson’un bir solo projesi olarak çıktı dinleyicisinin karşısına. Albümün ismi Thick as a Brick 2, kısaca TAAB 2 ve Whatever Happened to Gerald Bostock? idi. Albümde Anderson, artık 40’lı yaşlarını geride bırakan 50’ye yaklaşan Gerald Bostock’ın izlediği olası yolları farklı kendine özgü kurgusuyla anlatıyordu. Bunu yaparken de her zaman olduğu gibi dinleyicisini etkiliyordu. Anderson’un bu devam albümünü yapma nedeninin cevabını ise bu olağanüstü albümün bizzat kendisi veriyordu.

2022 yılında yayınlanan The Zealot Gene ise, tam 18 yıl aradan sonra Jethro Tull adıyla yayınlanan ilk albüm olma özelliğini taşıyordu. Ancak tam da Thick as a Brick 2: Whatever Happened to Gerald Bostock? Anderson’un solo kariyerinin bir parçası olarak yayınlandığı için, Jethro Tull’un isminin tekrar gündeme gelmesi gerçekten büyük bir sürprizdi ve bu durum Jethro Tull’un esasen tek kişilik bir grup olduğu ve bu tek kişinin de Ian Anderson olduğu gerçeğini ortaya çıkarıyordu. Dolayısıyla, yine bir tema üzerinden oluşturulan ve İncil ekseninde birbiriyle bağlantılı insanlık hikayelerinin anlatıldığı bu albüm tam olarak bir Ian Anderson Alamet-i farikası olarak nitelendirilebilir.

Jethro Tull’un 2023 tarihli albümü RökFlöte ise, flüte dayalı enstrumental bir albüm olarak planlanmışken İskandinav Mitolojisinden kaynaklanan içeriğiyle yine bir tema albüm olarak tamamlanmış. Folk odaklı ses örgüsündeki yetkin flüt kullanımını, akustik gitar ve mandolin destekliyor. Anderson’un şarkı sözleri ve vokali ise, hikayelerin anlatımındaki teatral etkiyi güçlü ve inandırıcı kılıyor.

Dolayısıyla Ian Anderson, 20. yüzyılda başladığı kariyerini yorulmadan ve daha sizlere bir ozan olarak anlatacağım çok şey var diyerek 21. yüzyılda da sürüyor.

Biz ise, Ian Anderson ve Jethro Tull’ın hayatı sorgulayan müziğini çok seviyoruz.

57 yılı aşan geçmişiyle rock tarihinin en uzun ömürlü gruplarından biri olan Ian Anderson önderliğindeki Jethro Tull, Kod Müzik organizasyonu ve Pozitif deneyimiyle The 7 Decades turnesi kapsamında 23 Kasım 2024 tarihinde İstanbul’da dinleyicisiyle buluşacak.

Flüt, vokal ve akustik gitar ile sahne alacak Ian Anderson’un eşlikçileri, gitar ve vokalde Jack Clark, davulda Scott Hammond, klavye ve vokalde John O’Hara, bas gitar ve vokalde ise David Goodier.

Bu vesileyle ikonik Ian Anderson ile bir söyleşi yaptık. Söyleşiyi okurken buraya bıraktığımız RökFlöte albümü size eşlik etsin.

Bülent Seyitdanlıoğlu: 68 yıllık Jethro Tull kariyeri içerisinde kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Muhalif bir rockçu mı, yoksa iyi bir ekip lideri mi?

Ian Anderson: Hımm, anladım… Sanırım bu soruya her ikisi de cevabı vereceğim.

Bütün o gitar tanrıları döneminde, flüt çalmayı seçmem bazıları tarafından asi bir hareket olarak kabul edildi. Zamanında rock müziğinde flüt çalmanın yeri yoktu. Orada boşluk gördüm ve doldurdum. O zaman kural tanımazlık olarak görüldü.

Ama bu asilik tek başına bir grubu ileri taşımaz. Jethro Tull’da onlarca müzisyenle çalıştım, dostluklar kurduk. Ekip lideri olarak, gruptaki değişikliklere rağmen bu ilişkileri yönetebilmek elbette önemliydi. Liderlik sadece müziği yönetmekle değil, aynı zamanda aile gibi işleyen bir grup yaratmakla da ilgilidir. Tabi bunu bir de ekibe sormak lazım.

Biraz asiyim, biraz da ekip başı…

Jethro Tull – The Prog Years Turnesi, St Georges Hall, Blackburn

Bülent Seyitdanlıoğlu: Jethro Tull adını, on yedinci yüzyıl İngiltere’sinde tarım alanında buluşlarıyla ünlü bir bilim adımından aldınız ve bu ismin rastlantılar sonucu grubunuza seçildiğini olduğunu biliyoruz. Öte yandan, ilk albümünüz This Was, blues eksenli bir albüm, ancak topluluk kariyerinin devam albümleri devrimci bir tavrın izini sürdü. Bu isim yani Jethro Tull ismi grup müziğini ne yönde etkiledi?

Ian Anderson: Evet, o zamanlar o kadar kötüydük ki farklı kulüplerde yeniden rezervasyon alabilmek için her seferinde yeni bir grupmuş gibi davranmak zorunda kalıyorduk ve her hafta ismimizi değiştiriyorduk. Menajerimizin önerdiği Jethro Tull ismiyle sahneye çıktıktan ve yerleşik performans teklifi aldıktan sonra sanki artık kalıcı olmalıydı ve sanırım değiştirmek için geçti. Ölü bir adamın ismiyle anılmayı hoş bulmuyordum. Hala bulduğumu söyleyemem.

Fakat sorunuza profesyonel bir cevap vermem gerekiyorsa bu isim, müziğimize doğrudan bir yön vermese de, hikayesi müzikal yaklaşımımızla örtüşüyordu. Aslında, bir rock grubunun adı olarak tarım bilimiyle ilişkili bir isme sahip olmak başlı başına komik ve alışılmadık. Ama tıpkı Jethro Tull’un tarımı dönüştürmesi gibi, biz de müziği geleneksel sınırları zorlayarak kendimizce değiştirmeye çalışıyorduk. Hem iyice araştırınca gördük ki aslında o da bir müzisyenmiş, org çalıyormuş.

Ve kötü olan o ciğerlerinden rahatsızmış, bende de kronik bir sorun var.

Ama güzel olan o bir tarım yenilikçisi idi. Ben de bu konuya meraklıyım. Tarımsal inovasyon ilgi alanım, çünkü biliyorsunuzdur bir çiflikte yaşıyorum.

Jethro Tull – The Prog Years Turnesi, St Georges Hall, Blackburn

Bülent Seyitdanlıoğlu: Hep merak etmişimdir. Topluluk tarihinde ilk 45’liğiniz olan 1968 tarihli Sunshine Day’de isminiz yanlışlıkla Jethro Toe olarak yer aldığında nasıl bir tepki vermiştiniz?

Ian Anderson: Güldüm ve hala gülüyorum. Hayat detaylarda oyalanmayı gerektirmeyecek kadar korkutucu hızda akıyor ve kısa. İşin ruhu önemli, o esnada aldığınız haz önemli. İsimlere çok takılmamak gerekiyor öyle değil mi? Hit olmadı 🙂 Ola da bilirdi. O durumda ne yapardık? Bence yine gülerdim.


Bülent Seyitdanlıoğlu: The Zealot Gene, uzun çok uzun bir aradan sonra Jethro Tull’a dönüş yaptığınız bir albüm olarak dikkat çekiyor. Devamında gelen albüm ise yine Jethro Tull ile RökFlöte. Yıllar sonra gelen bu iki albüm bizi heyecanlandırdı. Jethro Tull ismi altında yepyeni eşlikçiler ve iki harika albüm. Sizin Jethro Tull’a dönüşünüzü topluluğa ve geçmişe bir özlem olarak nitelendirebilir miyiz?

Ian Anderson: Geçmişe duyulan bir özlem olarak nitelendirmek doğru olmaz. Jethro Tull, yıllar boyunca evrilen, değişen ve gelişen bir projeydi. The Zealot Gene ve RökFlöte, müzikal yolculuğumun bir devamı. Ben her zaman ileriye bakan, yeni fikirler ve konular etrafında müziği şekillendiren biri oldum. Zealot Gene’de İncil’den esinlenerek yazdığım şarkılar, Jethro Tull’un önceki dönemlerinden farklı olsa da müziğimizin temeline uygun bir yapıdaydı. RökFlöte’de ise İskandinav mitolojisine dayalı bir temayı ele aldım. Yani bu iki albüm geçmişe değil, yeni temalar ve fikirlerle Jethro Tull’un zengin müzikal mirasını ileriye taşıma çabası olarak görülmeli.

Yeni müzisyenlerle çalışmak, her zaman yaptığım bir şeydi. Zaman içinde grup üyeleri değişti, ama benim için müziği yenilikçi ve canlı tutan da bu oldu. Yeni eşlikçiler, her zaman Jethro Tull’un ruhunu taşıyan, ama aynı zamanda kendi yetenek ve vizyonlarını da getiren insanlar oldu. Yani bu albümler bir özlemden çok, müzikal bir sürekliliği ve yenilik arayışını temsil ediyor.

Ian Anderson – The Prog Years Turnesi, King George’s Hall, Blackburn

Bülent Seyitdanlıoğlu: Başladığınızda yaşıtlarınızlaydınız. Şimdi yanınızda genç müzisyenler var. Kuşaklar arasında müzik yapma açısından ne tür farklar var?

Ian Anderson: Aslında, kuşaklar arasında müzik yapma açısından pek de büyük farklar olduğunu söyleyemem. Müzik, temelde zamansızdır. Genç müzisyenlerle çalışmak, her zaman taze bir enerji ve yeni bir bakış açısı getirir, ki bu da benim için çok değerli. Ancak, müzik yapmada daha çok kişisel yetenekler ve müziğe olan yaklaşım önemlidir. Benim için en önemli olan, bir müzisyenin çalmakta olduğu enstrümana ve müziğe duyduğu tutku.

Tabii, özellikle teknoloji ve müzik prodüksiyonundaki yenilikler, onların dünyasında daha doğal bir yer tutuyor. Müziği ulaştırma konusunda avantajlılar. Ancak teknoloji ne kadar gelişmiş olursa olsun, müziğin özünde her zaman yaratıcılık ve tutku var. Hepimiz aynı hedefe sahibiz: iyi müzik yapmak, insanlara dokunmak ve sahnede unutulmaz bir deneyim sunmak.

Bülent Seyitdanlıoğlu: Müzik her daim yanı başınızda ama müzik dışında neler yapıyorsunuz?

Ian Anderson: Sanırım dinleyicilerimizden benim yıllardır bir çiftlikte yaşadığımı bilmeyen kalmamıştır 🙂 Orada olmak, ağaçlarla, tarımla ilgilenmek büyük keyif. Acı biber çeşitleri de yetiştiriyorum. Bu öz disiplini de geliştiriyor. İlgilenmeniz gereken, orada sizi bekleyen bir dolu şey var. Bunu aynı zamanda bıraktığım karbon ayak izinin bir nebze olsun telafisi… Yaşamımın önemli bölümünü kapsayan bir parçası haline geldi.

Bu da benim yaşam tarzımın bir parçası haline geldi. Bunun uzantısı olarak, yaban hayatını koruma konularına da hassasiyet duyuyorum. Özellikle dünyanın dört bir yanındaki küçük yaban kedi türünün korunması üzerine çalışmalar yapıyorum.

Geçmişte yaşamayı önermesem de tarih sever eski bir adam olarak mekanik saatler, vintage kameralar… Bu tür objelerdeki detaylar beni etkiliyor ve ilgi alanlarımdan biri de bunlar. Ve fotoğraflar, bazı tanıtım fotoğraflarını kendim çekerim.

Ian Anderson evinde 2021

Bülent Seyitdanlıoğlu: Benim dinleyici tarihimde Türkiye’de Efes’te verdiğiniz konsere tanıklık yapamamam büyük bir eksiklik oluşturuyor. Ne yazık ki bu konseri izleyemedim. Bu bağlamda ülkemizde verdiğiniz konserleri ve Türk dinleyicisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ian Anderson: Bu tür yerlerde sahne aldığınızda, ortamın getirdiği tarihi ve kültürel bağlam da performansınıza yansıyor. Müziğimizle bu bağları kurmak ayrıcalık. Ve sizler müziği dinlemekten çok yaşıyorsunuz. Orada anlattığımız hikâyeye dahil oluyorsunuz. Bu yüzden canlı konsere bu kadar önem veriyoruz. O etkileşim çoğu zaman yeni kapılar açıyor.

Bülent Seyitdanlıoğlu: Rock tarihine katkılarınız ve Jethro Tull ses örgüsü ile bizi tanıştırdığınız için minnettarız. Kasım ayındaki İstanbul konseriniz için heyecanımız ise büyük. Söyleşi için sonsuz teşekkür ediyoruz.

Meraklısına Notlar:

Bülent Seyitdanlıoğlu

Bülent Seyitdanlıoğlu, hakim emeklisi bir hukukçu ve her şeyden önce iyi bir müzik dinleyicisi. 9 yıldan bu yana Radyo ODTÜ'de Kulak Misafiri isimli programı hazırlıyor ve sunuyor. Rock'n'roll'un bir yaşam tarzı olduğuna inancı ise sonsuz. Ona göre müzik büyük bir disiplin ve ciddiyet demek.

Bülent Seyitdanlıoğlu 'in 25 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Bülent Seyitdanlıoğlu ait tüm yazıları gör