Akbank Caz Festivali

Best of Turkish Pop/Rap

Albümün tanıtım metnine erişmek için görseline tıklayın.

֍

aisu – miaw3.33

Kaliforniya doğumlu Aisu, çağının ilerisinde gibi görünse de aslında çağını ustaca yakalayan bir müzisyen-prodüktör. İnternetin kültürler arasındaki müzikal etkileşimin zaman aralığını olabildiğince kısalttığı bu dönemde bile, belli başlı ülkelerin hakimiyetini koruduğu dünya müzik endüstrisindeki en son tarzların ortaya çıkışı ile bunların Türkiye’de uygulanmaları arasındaki gecikme bir gerçek. Ana akım Türkçe pop, dünyada popülerleşen yeni stillerin (trap gibi) etkisini görece geç gösterirken Aisu ana akım olanı değil de başka coğrafyalarda henüz avangard olan trendleri anında müziğine aktarıp bu trendlere katkıda bulunuyor. Teşbihte hata olmaz ama bu yenilikçi tavır bana Nâzım Hikmet’i çağrıştırıyor; 1920’lerde Türkiye’deki akranları hala hece vezni mi aruz vezni mi diye tartışırken o, Türkçe eserlerinde fütürist serbest şiir tekniklerini kullanıyordu. Fazla uzun bir girizgâh oldu belki de fakat Aisu’nun yeni EP’si miaw3.33’ü sağlıklı bir şekilde ele alabilmek için onu önce bağlamına oturtmak gerek. Tabiri caizse bu beş şarkılık çalışmanın sound’u son derece “online,” sanki internet uzayından bize ulaşıyor. Glitch pop, hyper pop, emo trap –başka bir deyişle Soundcloud platformunun kıyılarında köşelerinde rastlayabileceğiniz her şey –bütün bu mikro-janralardan besleniyor. Vokaller rap’in çalımı ile R&B’nin bal gibi harmonilerinin arasında gezinirken prodüksiyonlar son derece deneysel, flu ve hatta şizofren. Aynı dizede bile İngilizceyi ve Türkçeyi karıştıran bazı sözler ise ilk bakışta yavan geliyor, mesela LIKE ME (WALLA)’daki “baba feelin’ proud of me, I got Prada all on me” nakaratı gibi. Bu Euphoria dizisinin kuşağına uygun bir müzik. Fakat bu estetik ve tavır sizi yanıltmasın. On yıldır caz gitarı çalan, California Institute of the Arts’daki Müzik Sanatları ve Deneysel Pop bölümünü kazanan Aisu’nun müzikal tercihlerinin bu konservatuvar birikimine dayandığını görebiliyoruz. Bu yıl çıkarttığı teklilerini (özellikle 21 ve Vanilya) dinlemeyi daha çok tercih etsem de, önümüzdeki yıl içerisinde Türkiye’deki popüler müzik sahnesine nasıl yenilikler getirebileceğini şimdiden kestirmek için bu EP değerli bir kaynak. (Bu pop-avangard trendleri sevenler ayrıca Azure Wrath’in yeni albümüne de bakabilirler. Güzel şeyler oluyor burada.)

֍

Armageddon Turk – Sorry Kid, A Human Made This

Armageddon Turk ismini kullanan prodüksiyon ekibi Orkun Tunç ve Zag Erlat, 2021’de çıkan ve türküleri elektronik ve hip-hop tarzlarında yeniden yorumladıkları albümleri Anadolu Lo-fi ile büyük beğeni topladı. Bu ikili daha önce Gülden Karaböcek ve Sezen Aksu gibi yerli efsanelerle işbirliği yapmış ve Pet Shop Boys’dan Janet Jackson’a kadar birçok uluslararası müzisyen için remix çıkarmıştı. Rashit gibi punk gruplarından tanıdığımız Orkun Tunç bu kez, yıllar içinde yaptığı beat’lerden oluşan bir albümle karşımızda. (Miks’te Orkun Tunç’un yanında Koner Memili var, mastering ise GOKO!’nun elinden). İlk birkaç şarkıda Anadolu veya Orta Doğu’dan esintiler havada uçuşsa da albüm devam ettikçe daha fütüristik yerlere varıyor. Albümün ismi Sorry Kid, A Human Made This aslında önümüzdeki yıllarda yapay zekanın yaptığı müziğin artık daha baskın olacağını anlatan araştırmalara göz kırpıyor. İma ettiği de bu: aynı dozda heyecan verici ve ürkütücü olan gelecekteki dinleyiciler böyle güzel bir albüme ancak hüsranla bakabilecekler. Sad Emojis, Algorithm Lovers gibi şarkılarda sanki bu insan ötesi geleceği önlemek istercesine Türkiye’de tekdüzeleşen hip-hop beat kültürüne yeni, daha önce katedilmemiş yollar sunuyor.

֍

Burakbey – DELİLER ORATORYOSU

Altı şarkıdan oluşan, 16 dakikalık bu EP’nin kısalığını aşan bir ihtirası var. Örtük de olsa bir hikaye anlatıyor. Aynada şarkısında kahramanımız kendi yansımasına bakıp benliğini kavramaya çalışıyor. Aradım’da ise bir yolculuğa çıkıp Yeni İlahiler söyleyen bir Derviş’e dönüşüyor. Son şarkı Al Buraq’ta karakterimiz ya muradına erip aydınlanıyor ya da deliriyor (bir fark var mı?) ve bu şok efektini yoğun bir sonik deneyimle bize de yaşatıyor. Burakbey’e göre bu ana karakter, kurgusal bir popstar. Projede şarkıcının çocukken dinlediği Tarkan, Kylie Minogue ve Hande Yener’e göndermeler var. EP’nin hem deneysel hem oynak sound’undan müzisyenin Björk ve Róisín Murphy gibi modern popstarlardan esinlendiğini hissedebiliyoruz. Bu nefis ve yenilikçi prodüksiyon Şener Engin, Zeynep Oktar ve Arsan Salaryfar tarafından üstlenilmiş. Gerek müzikte gerekse sözlerde İslami, Hristiyan ve Hindu ritüel ve müzikal geleneklerinden ögeler var, intro şarkısında mantra gibi tekrar edilen “do” sesi veya Al Buraq’taki Arapça mısralar gibi. Yetenekli rapçi Aga B’nin de dahil olduğu Yeni İlahiler’de, yerleşik bütün inanç sistemlerinin ötesine geçmeye çabalayan bir popstar görüyoruz.

֍

Düşün – RETİNA

2019’dan beri Onur Ata Çeliker ve Arsan Salaryfar’dan oluşan Düşün grubu utanmadan ve özür dilemeden indie-pop yapıyor. Bazı akranları gibi şarkılarını arabeskleştirmek ihtiyacı hissetmiyorlar. Bu katıksız müziğin alıcısı görece küçük belki. Fakat şimdi RETİNA albümüyle, günbegün büyüyen dinleyici kitlesine pop ile avangard karışımı bir proje sunuyor. Belli ki bu çocuklar hyperpop ile kafayı bozmuş (iyi anlamda) fakat indie-pop’un olmazsa olmazı olan yoğun hissiyatlı melodiler ve hüzünlü şarkı sözlerinden de vazgeçmiyorlar. Arsan’ın bol distorsiyonlu bası ve sert prodüksiyonları ile Onur’un meleksi sesi uyumlu bir ikili oluşturuyor. (Mastering koltuğundaki yetenek Adham Farid’i de es geçmemek lazım.) Eşit dozda alaycılık ve samimiyet var şarkılarda. Mesela buradaki şarkıların şeker dozu, ara şarkı gibi parçaların ses karmaşasında eritiliyor. Albümün büyük bir kısmı şarkı değil, adeta önceki şarkıların uğratıldığı bir yapısöküm. Mesela, SOKAK LAMBASI’ndaki romantik “hep aynı anı yaşıyorum” dizesi, iki şarkı sonra HEP AYNI ANI YAŞIYORUM parçası olarak geri dönüyor. Orada bu tek sözü autotone, seken bir beat ve bozuk bir plağı andıran bir teknik ile olabildiğince sündürüyorlar. Fakat bu öz-göndergesellik dinleyiciyi sıkmıyor. Aksine kübist resmi andıran bir yaklaşımla (Picasso’yu düşünün: aynı resimde klasik bir natürmort sahnesini farklı farklı açılara bölüp üst üste koyardı) orijinal şarkıya farklı bir açıdan bakmamıza neden oluyor.

֍

GNZY – Doku, Koku, Sen, Ben, Biz

Melbourne ile İstanbul arasında mekik dokuyan Güneş Erok’un (namıdiğer GNZY) ilk albümü Türkçe rap sahnesi için gurur kaynağı olmalı. Bu 13 şarkıdan oluşan, 48 dakikalık albüm boyunca GNZY Antik Yunan’dan sicim teorisine kadar birçok ağır ve ‘geek’ denebilecek konuyu rahat ve hafiften alaycı bir tonla ele alıyor. Birkaç şarkıda Selanik göçmeni ailesinden gelen 86 yaşında bir kadının sesi var. O, mübadeleyi anlatırken GNZY de yer yer aidiyet duygusuna veya kentleşmeye dair sosyolojik gözlemler yapıyor. Dalgalar şarkısında söylediği gibi, “Merhaba arkadaşlar / Ben yirmi yıldır gurbette olan bir yurttaşım / Neyin ne olduğunu anlamaya başladığım / Bir yaştayım…” Albümün sound’u ise piyasadaki diğer işlere hiç benzemiyor. Konular bazen ağır ama müzikte tropikal esintiler var, plajda dinleyebileceğiniz bir albüm. Hip hop desen var fakat GNZY bilgisayar beat veya sample yerine canlı enstrüman kullanmayı tercih ediyor. Jazz, funk, trip hop, electronica… Hepsinden unsurlar var. Söz ve müzik tamamen kendisine aitken prodüksiyon, miks ve master’da Mehmet Ali Şimayli’nin Portrait and a Dream albümündeki işlerinden tanıdığımız Can Kuman var. Kayıt sürecinde ve aranjelerde Batuhan Polat’tan yerinde dokunuşlar da hissedilebilir.

֍

Güneş – Atlantis

Güneş’in ismini hiç duymadıysanız ya bir fanus içinde yaşıyorsunuz ya da 40 yaş üstündesinizdir. Şaka bir yana, 1999 doğumlu olan bu genç yıldız son iki yılda Türkiye müzik piyasasını adeta kasıp kavurdu. Spotify verilerine göre 3 milyonun üstünde takipçisi olan Güneş bu sene Türkiye’de en çok dinlenen ikinci kadın sanatçı oldu, ilk sırada da Sezen Aksu var. Fakat rakamlar sadece popülariteyi gösterir, kaliteyi değil. O halde icrasına bakalım. İlk olarak 2020’de rapçi Uzi’nin dahil olduğu teklisi Dua ile yıldızı parladı. O zamanlarda bile bu kadının farklı bir şeyler yaptığı, popüler müziği takip eden herkesin malumu olmuştu. Ancak gayet rahat (ve kârlı diye eklemeliyim) bir şekilde sadece tekli çıkarmakla yetinebilirdi. Kolayını seçmeyip bu sene 12 şarkılık ilk uzunçaları Atlantis’i MOB Entertainment etiketiyle çıkardı. İlk dinleyişte rap gibi gelse de daha geniş bir şekilde urban music skalasında yer alıyor. Kendi tarzına R&B-pop diyor. Altyapılarında trap, pop ve elektronik ögeler var. Türkiye’deki mevcut müzisyenlere değil de daha çok global pop’tan The Weeknd’e ve Rihanna’nın bazı “dark” şarkılarına benzemekte. Kullandığı yoğun autotune acemi bir sesi maskelemek için kullanılıyor sanıyorsanız, bu düşüncenizden vazgeçmeniz için onu bir kez olsun canlı izlemeniz yeterli. Suçlarımdan Biri veya Kaçasım Geliyor gibi parçalar Güneş’in duygusal ve ritmik şarkılarının birer modern pop klasiğine dönüştüklerinin kanıtı niteliğinde.

֍

Kayra – Meçhul Bir Yalnızlığa Dair

Kayra, Türkçe rap’in en önemli isimlerinden biri, hatta bu janranın demirbaşlarından. 2007’de GINA adlı rap grubunun ilk albümünde yer aldı, ardından Farazi ile birçok ortak proje yaptı ve aynı zamanda rap kolektifi 90BPM’de imzası var. 2019’da ilk solo albümü Bütün Ayazların Ortasında güçlü hikaye anlatıcılığıyla rap sevenlerin büyük beğenisini topladı. Yeni albümünde de bu hikaye damarı ağır basıyor. Bu sefer hikaye bizi 2003-2007 yılları Ankara’sına, yani rapçinin öğrencilik günlerine götürüyor – Kayra’nın bir şarkıdaki tabiriyle “Her kampüste bir ya da iki rapçi olan / O karmakarışık ve karanlık günler”e. Türkçe rap’in janranın kaynaklarından kesildiği şu günlerde Naz, Mobb Deep ve Lords of the Underground gibi old-school rapçilerin sample scratch’leriyle hazırlandığı albüm kulaklarımızın pasını silip ve bize o dönemin atmosferini veriyor. Prodüksiyonunu A-Bacchus ile Fonetik’in üstlendiği albümdeki şarkıların çoğunu Kayra yine o dönemde, bir yurt odasında yalnızken yazmış. Fakat sözlerindeki referanslar o dönemin Ankara’sını ve rap tarihini de aşıyor. Mesela, İçimde Yasal Boşluklar bu güçlü betimlemeyle başlıyor: “Çektim kapıyı sövdüm ve çıktım / Bazen içimde Nazan Öncel’vari kederler gezerdi zaten / Naziler Paris’te bir akşam caz dinlerken kendini Sen Nehiri’ne bırakmak gibi / İçimden geçenlerin hepsi, yokluğun izinsiz gösteri.” Kayra, tarihi eşelemeyi ve hikaye yazmayı sevenlerin rapçisi. O da bir anlamda şair Edip Cansever gibi (eleştirmen Ahmet Okay’ın meşhur sözüyle) “hiç kimselerin ilgilenmediği bazı olayların tarihçisi.”

֍

Mavi – VERITAS

18 yaşındaki Mavi Solman’ın ilk albümünde düstur edindiği slogan “VVL” Latinceden bir kısaltma: Veritas Vos Liberabit, yani “Gerçek Özgür Kılar.” VERITAS’ta yapmaya çalıştığı şey tam da bu, kendi gerçeklerini anlatmak. Ancak şarkı sözlerine baktığımız zaman karşımıza çıkan tablo pek iç açıcı değil. “Lanet,” “nefret,” “kaybolmak,” “paranoya” sık sık rastladığımız kelimeler ve kavramlar arasında yer alıyor. VERITAS baştan sona pürüzsüz bir albüm olmasa da, Mavi tutarlı bir atmosfer yaratma konusunda başarılı. Kendine has estetiği de bu atmosferin bir parçası. Solgun yüzü, yer yer androjen giyim tarzı ve hafif gotik dokunuşlarla alışkın olduğumuz radyo rapçisi profiline pek benzemiyor. Ancak Türkçe rap’in en popüler isimlerinin arasında ve albümde Kum, Diego ve Defa ile şarkıları var. (İsmi geçmişken, bu yıl 1000-7 adlı EP’siyle Defa da oldukça ilginç bir iş ortaya koymuş oldu.) Tabii, böyle bir rap albümünde Fendi, Rolls-Royce gibi markalardan bahsedilmesi pek şaşırtmıyor fakat bu böbürlenmede bile daha karanlık bir ton mevcut, Mississippi şarkısındaki “Giydim pahalı markalar, hatırlattı yaşadığımı” sözü gibi. Prodüksiyonunu Spake’in üstelendiği albümün ikinci kısmında, özellikle yeni neslin türler arasında geçişkenlik konusundaki rahatlığı hissediliyor. Mavi rapçi olabilir fakat Michael Jackson ve Kurt Cobain hayranlığını her fırsatta dile getiriyor. Mesela albümün en güçlü parçalarından biri olan Ama Hala’da akustik gitar öne çıkan bir unsur ve şarkının akılda kalıcı melodi ve hasret kokan sözleri emo janrasını andırıyor. Albümdeki kasvetli ve melankolik atmosfer bir tek Saydam şarkısında bir an için de olsa rafa kalkıyor. Reverb’e boğulmuş gitarlar baskın ve Mavi’nin çıplak, autotune’suz sesini duyoruz. Burada bir süreliğine de olsa kara bulutlar dağılıyor, sonra bunlar geri dönüp albümü geri kalanını yutuyor.

֍

Melis Yelman – Yankı

Sabancı Üniversitesi’nde mühendislik okurken çok sesli müzik yapan, korolarda yer alıp Avrupa ülkelerinde bolca festivale katılmış olan Melis Yelman indie müzisyen olarak 2019’da ilk teklisi Acilen ile müzik yolculuğuna başladı. O zamandan beri sadık dinleyici kitlesini her yeni şarkıyla büyüten Yelman bu sene ilk stüdyo albümünü çıkardı. Indie’den Türkçe pop’a uzanan veya pop’un alternatif yüzünü temsil eden Burakbey veya Mabel Matiz gibi isimlere benzer şekilde, Yelman’ın şarkılarında da mistik unsurlar yoğun olarak hissediliyor. Şarkı sözlerine bakarken divan şiirinde olsa yadırgamayacağınız nergis, ateş, semazen gibi imgeler var. Nergis şarkısında Antik Yunan mitolojisinden Narkissos ve Ekho’ya göndermeler örtük de olsa hissediliyor. Sound olarak da albüme adını veren Yankı’da (Narkissos nergis çiçeğine dönüşürken Ekho dünyadaki ilk yankıya dönüşüyor) Yaşar Görken Arslan’ın yaptığı prodüksiyonun da önemli bir rolü var. Nergis’in ikinci kısmında gitgide büyüyen dans ritmi hep uzaktan geliyor, sanki aynı duvarı paylaştığınız komşuların koridorun sonundaki dairesinden gelen parti sesleri gibi. Bütün şarkılarda kullanılan bu teknik, albümü hem eğlenceli hem introspektif kılıyor. Açılış şarkısı olan Semazen’de ise trip hop bir beat üzerinde, özellikle nakaratta, Yelman’ın performansı Porthishead grubunun meşhur vokalisti Beth Gibbons’ı çağrıştıyor. Ayrıca albümde bir cover var, söz ve müziği Sezen Aksu’ya ait olan ve Hande Yener’in yorumuyla popülerleşen Kibir şarkısı. Yelman’ın elinde şarkı hiç olmadığı kadar dokunaklı bir hal alıyor. Yankı iki remix ile bitiyor fakat dinleyici olarak keşke bu albüm daha önceki şarkıların farklı versiyonları yerine, temalarını ve sound’unu devam ettiren veya evrilten iki özgün beste ile sonlansaydı demekten kendimi alamıyorum.

֍

Nova Norda – Paralel Evrende Dünya Tarihi

Nova Norda’da hayalini gerçekleştirmiş birinin aura’sı var. Kurumsal kariyerini bırakıp kendini tamamen müziğe odaklanmaya adadığı zaman, başaracağının garantisi yoktu fakat samimi şarkı sözleri ve eğlenceli indie-elektronik tarzı dinleyici kitlesinin kalbinde yer bulmuş olmalı ki yoluna istediği gibi devam edebiliyor. Tamamen bağımsız ve hiçbir plak şirketinin çatısının altında olmadan, ilk teklisinde dediği gibi “çıktı bir yola” ve Varım ve Beni Biraz gibi indie hit’ler çıkardıktan sonra yolda kervan sadece düzülmedi, beklenmedik bir şekilde büyüdü. Yeni EP’sinin (ya da mini-albüm diyebiliriz, yedi şarkısı ile tam 17 dakika 58 saniye) de oldukça iddialı bir ismi var: Paralel Evrende Dünya Tarihi. Burada felsefe, psikoloji ve insan iletişimi üzerine okuduğu Erich Fromm ve Marshall Rosenberg gibi kaynaklardan esinlenerek insan türünün gerçek tarihi ve potansiyel alternatif tarihler gibi konuları ele alıyor. Bahsettiği insani mevzuların (aşk, yas, zulüm, şefkat, mobbing, özgüven, ölümlülük) dinleyicilerde ne denli yankı uyandırdığı konserlerde şarkılarına eşlik ederken gözlerinden yaşlar akan hayranlarının tepkilerinden anlaşılıyor. Parçaların söz ve müziğinin Nova Norda’ya ve prodüksiyonun Tuna Erlat’a ait olduğu bu albümde, şarkıcının külliyatına göre nispeten yeni sound’lar deneniyor. Fakat albümdeki ilk şarkılarında hissedilen rap beat’ler veya marş gibi sert gitarlardan ziyade, son şarkılarındaki daha tanıdık elektronik ve synth-pop elementler kanımca vokalleri daha güzel parlatıyor. Kaybettiği halasına yazdığı Pelin şarkısındaki hafif autotune ve synth’lar haklı isyanına dokunaklı bir şekilde eşlik ediyor: “Ya ben nasıl kabulleneyim / Bu dünya öyle bi giderken ağırıma? / Ya biz yanıp da sönmeye, zamansız ölmeye mi geldik dünyaya?”

֍

Sezer Koç – Sadece Bi Rüya

Sezer Koç sevilen yerli rock grubu The Away Days’in gitarcısı olarak biliniyor en çok, fakat 2020’den bu yana kendi solo projesine odaklanıyor. Çocukluğunun güzel günlerinin geçtiği Kırklareli’de, Fender Telecaster’iyle kendini eve kapatıp, sözü, müziği ve aranjesi kensine ait bu albümü yaratmış. Albümün kıpır kıpır indie-pop sound’u bizi hem ilk gençlik çağına hem de indie müziğin daha naif günlerine götürüyor. Aynı zamanda albümün sesleri ile sözleri arasında hoş bir tezat var. Mesela, açılış parçası olan Noksan’da güneşli ve neşeli günleri çağrıştıran gitar tonunun da üzerinde son derece üzgün sözler yer alıyor: “Noksan bi çizgiyim / Beni anca sen tamamlayabilirsin / Yoksan benim için / Ne anlamı kalır ki her şeyin.” Hem hareketli hem depresif olmayı başaran bu kontrast, geç 1990’ların klasik indie-pop grubu Beulah’ı akla getiriyor ister istermez. Buna karşın Saat On İki gibi şarkılar 90’lar Türkçe popa göz kırpıyor. Bu eşit derecede hafif ve kederli albümün birçok farklı dinleyici profiline hitap etme potansiyeli var.

֍

Zone – EASTERN ROADS

Bu albümü heyecanla karşıladım. Şu aralar rap sahnesinde ülkenin müzik listelerinin en üst sıralarını işgal eden, isimlerini tek tek saymayacağım bir güruh var. Hepsi aynı beat’leri, aynı flow’ları kullanıyorlar ve bu formül çok satıyor. Bu yüzden Türkçe rap’te alışık olmadığımız bir şeyler denendiğini görünce insan heyecanlanıyor. Zone bir gruptan ziyade KAAN, Şems Efe, Zeki Arkun, EGOM ve Berika’nın yer aldığı bağımsız bir müzik kolektifi. Çok kültürlü ve çok dilli bir müzik yapıyorlar (fark edebildiklerim arasında Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Norveççe var). Şarkılarda anlatılan hikayeler Taksim’de yaz gecelerinde yaşanan çılgınlıklardan Mezopotamya’nın çöllerine kadar uzanıyor. Sound’ı tarif etmek gerekirse albümün isminin verdiği izlenime uygun olarak bir doğu atmosferi hakim. Şarkılar boyunca hicaz makamı baskın ve darbukadan düdüğe kadar Orta Doğu’yu çağrıştıran çalgılar duyabiliyorsunuz. Albümün giriş parçasında ise Sezen Aksu’dan Tarkan’a kadar birçok Türkçe pop efsanesiyle çalışan İstanbul Strings grubu var. 17 dakikalık bu albüme EP desek belki daha doğru olur. Hamlığını ele veren bazı anlar mevcut olsa da grubun deneyselliği yüreklendirici. Devamının gelmesini dilerim.

֍

Kenan Behzat Sharpe

Akademisyen, gazeteci, basçı. Edebiyat alanındaki doktora derecesini 2019 yılında University of Californa'dan aldı. The Washington Post, Al-Monitor ve Duvar English gibi mecralarda yazılar yayınlıyor. Medyascope'ta Pop & Politics isimli haftalık kültür-sanat programının sunucusu. Anadolu Rock müziği ve 1960’larda Türkiye’de toplumsal hareketler üzerine ilk kitabını yazmakta.

Kenan Behzat Sharpe 'in 3 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Kenan Behzat Sharpe ait tüm yazıları gör

Avatar photo

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir