Be-Bop! Pasquale Grasso
Son zamanlarda, siz de benim gibi Pasquale Grasso ismiyle sık karşılaşıyor musunuz?
Jazzwise, JazzTimes, DownBeat gibi önemli caz dergilerinde, The Guardian gibi ciddi gazetelerde hakkında yazılar çıkıyor, röportajları yayınlanıyor. Son albümü Be-Bop! tüm kaynaklardan tam not alıyor, övgülere mazhar oluyor. Web sitesine göz atın; 2022 yılı boyunca çok yoğun bir turne takvimi göreceksiniz. Nice, Monterey, Vancouver, Montréal, Umbria, Marciac, Newport gibi dünyanın saygın caz ve müzik festivallerinde boy gösterecek; Jazz at Lincoln Center, Dizzy’s Club, Blues Alley gibi önemli kulüplerde sahne alacak. Turne programının izin verdiği ölçüde, 2024 yılının sonuna kadar her pazartesi, Manhattan’ın ünlü butik mekanı Mezzrow’a konuk olacak.
İlk albümünü 2019’da çıkarmış bir müzisyen için şaşırtıcı bir özet, değil mi?
Grasso 1988 İtalya doğumlu. Müzisyen olmasalar da müziği çok seven ailesi oğullarını caza ısındırmış. Pasquale, çok küçük yaşta, ailesi ile birlikte Umbria Caz Festivali’nde konserler izlediklerini, evde televizyon izlemek yerine Chet Baker, Charlie Parker gibi klasik caz plakları dinlediklerini anlatıyor. Yeteneğinin ortaya çıkmasıyla, ünlü gitarist ve eğitmen Agostino Di Giorgio‘dan ders almaya başlamış. 1998’de İsviçre’de düzenlenen bir atölye çalışmasında, bebop piyanosunun devlerinden ve caz eğitiminin efsane ismi Barry Harris‘le tanışmış. Takip eden 5 yıl boyunca Harris’in eğitim programlarına devam etmiş, kısa süre sonra da gitar eğitiminden sorumlu asistanı olmuş. 2008’de kaydolduğu Bologna Konservatuvarı klasik gitar bölümünden mzun olur olmaz 2012’de New York’a taşınmış ve kısa sürede şehrin caz aleminde isim yapmaya başlamış. Ari Roland Quartet ve Chris Byars Quartet‘e katılmış, kulüplerde ve festivallerde sahne almaya başlamış. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın himayesinde Jazz Ambassador ünvanıyla Avrupa’da, Ortadoğu’da ve Asya ülkelerinde turneye çıkmış ve bu döneminde eski ya da yeni caz dünyasının bir çok dev ismiyle sahne almış.
Yükselişi, 2015 yılının sonuna doğru, Grasso’nun, Resonance Records ve Wes Montgomery Vakfı’nun düzenlediği Uluslararası Caz Gitar Yarışması‘nda aldığı birincilik ödülü ile başlamış gözüküyor.
Kariyerindeki asıl ivmelenme, şüphesiz, Vintage Guitar dergisinin 2016 Şubat sayısında yer alan Pat Metheny röportajıyla başlamış.
Metheny, Pasquale Grasso’yu, ömründe gördüğü en iyi gitarist olarak niteliyor ve devam ediyor: “Grasso çalması zor ve şaşırtıcı derecede müzikal şeyler çalıyor. Bir çok genç gitarist benim, Scofield’ın ve Frisell’ın stilinden etkilenmiş gözüküyor. Sorsanız üçümüzü de dinlememişler, hepsi de Grant Green hayranı. Gülüp geçiyorum. Oysa Grasso bu modaya uymadan çalıyor. Gördüğüm, Pasquale’nin model olarak kendine Bud Powell‘ı seçmiş olduğu. Piyano dilinin özünü yakalamış ve kendinden önce kimsenin yapmadığı şekilde bunu gitara uygulamış. Çok, çok uzun süredir denk gelmediğim yetenekte bir gitarist. Heyecanlandırıyor beni.”
Grasso da gitaristlerden ziyade nefesli ustalarından ve piyanistlerden etkilendiğini, onları dinleyerek ve etüd ederek tekniğini geliştirdiğini söylüyor sık sık.
Metheny bu övgüyle de yetinmemiş ve Grasso’yu birlikte takılmak için çalışma stüdyosuna davet etmiş.
Grasso’nun önlenemez yükselişi de böylelikle başlamış; Sony Masterworks ile sözleşme imzalamış. 2019 yılında yayınlanan Solo Standards albümünü, Solo Ballads, Solo Holiday, Solo Monk, Solo Bud Powell ve Solo Bird takip etmiş.
Benim de Grasso’yu fark etmem bu albümler serisi vesilesiyle olmuştu.
Hani Art Tatum için anlatılan bir mit vardır. Tatum küçük yaşta görme yeteneğini kaybettikten sonra piyanoya başlamış ve iki piyano olduğunu farketmediği kayıtları dinleyerek onları taklit etmeye başlamış ve böylelikle o inanılması güç tekniğini geliştirmiş. Grasso’da ilk fark ettiğim husus da bu oldu aslında; Tatum’un tekniğine benzer şekilde, sanki aynı anda iki gitarist çalıyordu. Daha da ilginci, arpejlerle süslü çizgisel doğaçlamaları bir piyanistin çaldığına benzer ilerliyordu. Kendi solosuna, bir piyanistin stride ya da boogie-woogie çalışını andırır şekilde bas eşliği nefes kesiciydi. Bunlara, yıldırım hızındaki akor dizilerini, son derece dengeli tuşesini ve gitarından aldığı kulak okşayan sakin tonu ekleyince safkan bir yetenekle karşı karşıya olduğumu anlamam uzun sürmedi.
Böylelikle Pasquale Grasso, gelişimini, değişimini yakından takip etmem gereken müzisyenler listesinin tepesine yerleşti.
17 Haziran 2022 tarihinde piyasaya sürülen Be-Bop! ise, basta Ari Roland ve davulda Keith Balla‘nın eşlik ettiği bir trio albümü.
Adı açıklıyor, albüm Dizzy Gillespie ve Charlie Parker başta olmak üzere bebop akımının öncü isimlerinin müziğinin adeta kutsama töreni. Açılış parçası A Night in Tunisia Grasso’nun yapabileceklerinin enfes bir örneğini sunuyor. Parçanın girişinde, bas ve melodi hatlarının iki ayrı gitaristten çıktığından şüphe etmemek mümkün değil. Bu muhteşem girişi, hayal gücünün enginliğini gösteren Parker-vari bir solo ile taçlandırıyor ve icrayı, sanki virtüözitesinin denkliğini işaret edercesine, Paganini‘nin ünlü kaprisinden (No. 24 La Minör) bir alıntı ile bitiriyor.
Lamento Della Campagnia ve Ruby My Dear gibi baladlarda telaşsız çalarken de, Bebop, Shaw ‘Nuff, Groovin’ High gibi bebop marşlarında sürat sınırlarını zorlarken de, müziğine kusursuzca hakim. Hızına bağlı olmaksızın her notasını net ve anlaşılır çalışı hayranlık uyandırıcı. Üçlü, belli ki, yanyana çalmaktan büyük keyif alıyor; müzikleri, albümün başından sonuna kulakta defosuz tınlıyor. Powell mücevheri Cheryl, davulcu Keith Balla’nın Grasso ile keyifli atışmasına ve Ari Roland’ın mükemmel entonasyonuyla aldığı arşe solosuna sahne oluyor. Grasso ile sık sahne alan genç vokalist Samara Joy, Gillespie’nin I’m in a Mess bestesinde gelecek vaad eden bir performans sunuyor.
Netice olarak, Be-Bop! dinleyiciye retro hissiyatı yaşatma kolaycılığında düzenlenmiş, çalınmış bir albüm değil. Belki bebop çağındaki kadar yeri göğü sarsmıyor olabilir ancak dinleyiciye dönemin ruhunu hissettirmeyi başarıyor. Grasso üçlüsü, dinleyicisine 43 dakika süren, özenli, yetkin, keyifli, yer yer şaşırtıcı bir repertuvar sunuyor.
Grasso’nun sektör tarafından bu denli övgü almasını, tenor saksofoncu Scott Hamilton‘ın 70’lerin sonunda, dönemin caz anlayışının tümüyle dışında bir stille belirdiği dönemde aldığı takdirle karşılaştırmak mümkün. Son tahlilde, Grasso da Hamilton gibi bir gelenekselci.
Farkındaysanız son dönemde önümüze gelen anaakım gitaristlerin tamamına yakını bir şekilde revizyonist ustaların izini takip ediyor. Metheny’nin işaret ettiği gibi, kendisi, John Scofield ve Bill Frisell yeni gitaristler üzerinde çok etkili. Daha yakın dönemden ise özellikle Kurt Rosenwinkel ve Ben Monder, gerek gitar tınılarıyla, gerek müziklerinde kullandıkları elektronikle genç kuşaklar için rol model. İçlerinde akustik cazı tercih edenler olsa da daha ziyade caz harici türlerle yoğun şekilde flört ediyorlar. Bebop, hard bop ya da swing stilinde çalmış büyük ustalara saygısızlık edildiği yoksa da, onların bıraktığı yerden devam etme arzusunda olan nadir. Çoğunluk devrim peşinde.
Pasquale, işte, bu noktada akranlarından ayrılıyor. Olağanüstü virtüözitesini ve kendine has sentezini, geçmişin müziğini modernize etmeye, cazın klasik döneminin yaklaşımını evrimleştirmeye adamış gözüküyor. Açıkçası bunda başarılı olduğu da aşikar. Sanatın (bir) amacının (da) güzelliği arayış çabası olduğundan hareketle, teknik yetkinliğini, öyküleme arzusunun hizmetine adamış; çaldığı repertuvarı oluşturan bestelerin özünü çok iyi kavramış ve müziğini inandırıcı bir şekilde icra ediyor.
Acaba sürekli devrim/devinim yaklaşımından sıkılmış olabilir miyiz? Ya da bu çılgınca devinimden ara sıra da olsa uzaklaşmayı mı özledik? Sıçramalarla ilerlemenin yaşamlarımıza beklendiği ölçüde iyilik getirmediğinin farkına varıp, bazı şeylerin fazla değişmeden kalmasını mı arzuluyoruz? Ya da virtüözitenin genişlettiği sınırlarda da olsa eskiyi mi özlüyoruz? Belki de insanın enstrumanında eriştiği imkansıza yakın ustalığa şaşırmayı?
Bilmiyorum.
Ama kesin olan bir şey varsa, o da Pasquale Grasso müziğinin dinleyiciyi mest edecek denli tatminkar ve güzel olduğu.
İzlemeye devam edelim.