Akbank Caz Festivali

Ardından: Kris Kristofferson, JD Souther, John McNeil

Kahramanlarım birer birer göçüyor. Önce JD Souther (2 Kasım 1945 – 17 Eylül 2024), ardından John McNeil (23 Mart 1948 – 27 Eylül 2024) ve şimdi de Kris Kristofferson (22 Haziran 1946 – 28 Eylül 2024) .

Her üçü de 40 yılı aşkın müzik dinleme yolculuğumu bir çeşit içsel serüvene dönüştüren isimlerdendi. Şahsi bir yolculuğun şahsi kahramanları.

Kris Kristofferson

Müzisyen, besteci, aktör Kristofferson’ı, ilk gençliğimde seyrettiğim bir filmde tanımıştım. Çağlar boyunca tekrar eden bir öykü. Usta müzisyen genç bir yetenekle karşılaşır, onu bir yıldıza çevirmek için neredeyse hayatını feda eder, yükselişini hazırlar ve günü geldiğinde yıldız kendi yıluna gider. Defalarca sinemaya aktarıldı bu öykü: A Star is Born. 1976’da çevrilmiş, sanırım bizde de ertesi yıl vizyona giren versiyonunda, Barbra Streisand‘ın karşısında Kris Kristofferson oynuyordu.

Çocuk sayılırdım Ankara Akün Sineması’nda bu filmi izlediğimde. Kristofferson’ın kimliği çok sonraları oturdu kafamda. Bunda Janis Joplin‘in zamanında meşhur ettiği Me and Bobby McGee şarkısının payı çoktur. Bestecisi Kristofferson’dı. Üniversitedeydim, şarkıyı kendisinden dinlerken sözleri kafama dank etmişti: “Özgürlük, kaybedecek hiçbir şeyin kalmamasının başka bir adıdır”.

Sonra da kendi müziğine odaklandım. Yaşamın şans tanımadığı, kaybetmeye mahkum, sıradan insanların öykülerini anlatıyordu. O zamanlar country müziği ne sanıyorduysam, müziğindeki sadelik, özenli işçilik, öykülerin inandırıcılığı, seçtiği kelimeler, şiirselliği yaşamın içinde yaşatan sözleri ve söyleyiş tarzı beni çok etkilemişti. Kaç pazar gününe Sunday Mornin’ Comin’ Down ile başladığımı hatırlamıyorum: “Kahvaltıda içtiğim bira da fena değildi, o yüzden tatlı niyetine bir tane daha yuvarladım”.

Aslını sorarsanız, country ve genel olarak Amerikan kök müziklerine olan merakımı biraz da ona borçluyum. Mirası bende olduğu üzere, dünyanın her yerindeki müzikseverlerde yaşamaya devam edecektir.

JD Souther

John David Souther, kendisini o denli özenle saklamış bir müzisyendi ki, satır aralarını okumaya meraklı değilseniz onunla tanışamayabilirsiniz. Başlangıçta o da bir yıldız olmayı hedefleyenlerdendi ama yaşamından vereceklerinin alacaklarından daha çok olacağını anladığında mütevazi bir hayatı ve kariyeri tercih etti. Hiç birisi ticari başarı getirmemişse de, çoğunlukla kendi bestelerini yorumladığı solo albümleri ve Chris Hillman ve Richie Furay ile ortak gruplarında yayınladıkları, dönemin en rafine kayıtlarındandı. Müzik alemindeki asıl ününü, önce Linda Ronstadt, sonra da Eagles müziğine katkılarıyla kazandı.

Best of My Love, Victim of Love, Heartache Tonight gibi hit şarkılarda onun da imzası vardı. New Kid in Town sözleri bir anlamda Souther’ın yaşamını özetliyordu. Şehire yeni gelen delikanlı ilginin odağındadır, yıldızdır o, herkes ondan konuşur, onu sever, takdir eder. Ta ki bir başka delikanlı şehre gelinceye dek…

Arkasında bıraktığı -sadece- 9 solo albümün her birisi özenli, usta işi müzik sunuyor ama özellikle If the World Was You (2008) ve tabii ki Natural History (2011) albümlerine vakit ayırmanızı öneririm. Hele ikincisi, sadece onun kariyerinin özeti olmanın da ötesinde, pop müzikte dengine kolay rastlayamayacağınız derecede sofistike düzenlemeler içeriyor. Soft-rock denirdi bir zamanlar bu türe, onun en güzel örneklerinden sayarım.

John McNeil

Belki klişe ama maalesef durumu anlatmaya en yakın duran ifade şu: McNeil adını duymadığınız trompetçilerin en iyisi olabilir. Etkileyici, armonik açıdan zengin bir çalışa sahip bir trompetçi, besteci ve eğitmendi, 50 yıllık kariyeri boyunca straight-ahead caz ve avangart müziğin saygın müzisyenlerinden biri olarak yaşadı, bu ikisi arasında kurduğu denge ile cazda özgün bir dil geliştirdi. McNeil, sadece müzisyen kariyeri ile değil, Boston’daki ünlü New England Konservatuvarı’ndaki eğitmenliği ve özellikle yazdığı The Art of Jazz Trumpet kitabı ile çağımızın birçok iyi trompetçisi ve müzisyeni için ilham kaynağıydı.

CMT olarak bilinen Charcot-Marie-Tooth hastalığı nedeniyle sahneden ve stüdyodan uzak kaldığı dönem hariç oldukça aktif bir kariyeri oldu.

Zorunlu ara vermeden önce Steeplechase Records etiketiyle modern dönem cazının seçkin örneklerini yayınladı. 1996’da aktif müzik yaşamına geri döndükten sonra, Omnitone için macesaperest albümler yaptı. Özellikle son döneminde, önce tenor saksofoncu Bill McHenry ile ve sonra da alto saksofoncu Jeremy Udden ile liderliğini yaptığı Hush Point grubuyla olan kayıtları, serbest caz ve avangart tavrın anaakımla organik bir ilişki kurabileceğinin ve ortaya pekala hazmedilebilir bir müzik çıkabileceğinin enfes örnekleriydi.

Meraklısına Notlar:

Turgay Yalçın

Yayın Yönetmeni, Kurucu Ortak, Yazar, Radyo Programcısı.

Turgay Yalçın 'in 207 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Turgay Yalçın ait tüm yazıları gör

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir