Alper Kaliber
Kendinizi tanıtır mısınız? Cazla ilintinizi belirtebilir misiniz?
Öncelikle günün uyanık olduğum hemen her saatinde yanı başımda olan müzik ve tabi özellikle caz hakkında beni düşünmeye teşvik ettiğiniz için teşekkür ederim. 1974 İstanbul doğumluyum. Uluslararası ilişkiler alanında çalışan bir sosyal bilimciyim. Yanı sıra zaman zaman Cazkolik’te yazılar yazıyorum. Eşim Esra Kaliber’le birlikte Açık Radyo’da 10 yıl boyunca Ahengi Hengame adını verdiğimiz ve caz, soul, funk ve Afrobeat gibi siyahi müziklere yer verdiğimiz bir program yaptık. Ayrıca üniversitede müzik, toplum ve siyaset isminde bir de ders veriyorum.
Müziğin belki de en güzel çağları olan ve 1950’lerden 1970’lerin ortasına dek uzanan o dönemden yeni kayıtlar keşfetmek, bugünün iyi albümlerini bulmak, gittiğim her şehirde plakçıları bulup ziyaret etmek başlıca heyecan kaynaklarımdan. Plaklara olduğum kadar hi-res yeni dijital formatlara da müziğin kendisi kadar onu mümkün kılan tarihsel, toplumsal, politik arka planını anlamaya da ilgi duyuyorum.
Dinlediğiniz ya da sizde iz bırakan ilk caz albümünü hatırlıyor musunuz?
Sanırım hala çok sevdiğim John Coltrane’in albümlerinden biri olmalı. Bir de farklı olarak Norveçli grup Wibutee’nin Newborn Thing albümü olsa gerek. Elektronik seslerin ve ritimlerin de işin içinde olduğu bu albüm, o zaman zaman isyancı, psychedelic tavrıyla benim gibi bir rock dinleyicisini caza çekmişti. Sonrasında bu işin kökenlerine inmeli dedim ve ufuksuz bir denize doğru ilk kulaçlarımı attım.
Cazın yaşamınızdaki anlamı nedir?
Günün hemen her saati sesler ve duyuşlar evrenimin baş köşesindedir caz. Evde, arabada, okulda, seyahatte dinlediğim diğer müziklerle birlikte hep caz vardır hayatımda. Caz benim için ayrıca özgürlüktür, yaratıcılıktır, bir mücadele tarihinin şahidi ve öznesidir. Müzisyenler için de dinleyici için de hem toplumsaldır hem de fazlasıyla bireysel. Etkilemeye ve etkilenmeye çok açıktır.
Sizce caz diğer müzik türlerinden hangi yönleriyle farklıdır? Farklı mıdır?
Cazın belirgin özelliği doğaçlamaya, yani öznel/kişisel müdahaleye, yoruma en açık müzik olmasıdır. Ama bununla birlikte ancak kollektif bir çabayla var olabilir. Çok iyi bir piyano solo, diğer müzisyenlerin de çaldığı o müzikal bağlam içinde değerine kavuşur. Müzisyenler hem kendilerini hem diğer müzisyenleri dinlemek zorundadırlar. Üstelik bu birlikte müzik yapılan kişilerle de sınırlı değildir. Charlie Parker, John Coltrane, Miles Davis, Thelonious Monk, Duke Ellington, Bill Evans, Billie Holiday, Ella Fitzgerald gibi efsaneler, her yeni caz müzisyeninin ve dinleyicisinin ömür boyu hocalarıdır aslında. Cazda gelenek ve yenilikçilik, birbirlerinin rakibi değil tamamlayıcılarıdır. Yani birçok müzik türünün aksine yeniyi yaratmak, geleneği yıkmayı değil onu çok iyi kavrayarak üstüne koymaktan geçer. Caz, onu icra eden için de dinleyen için de sonu gelmez bir okul gibidir. Ama mezun olmayı hiç istemeyeceğiniz bir okul.
Sizce caz diğer müzik türlerinden üstün müdür? Neden?
Böyle hiyerarşik bir tavırla müziğe bakmak istemem. Üstelik diğer müziklerden, farklı kültürlerden, yaşantılardan çok şey alıp onlara çok şey katan cazın doğasına da aykırıdır böyle bir yaklaşım. Aslında caz, bir müzik türü olduğu kadar bir tavır, bir üsluptur. Bu nedenle başka müziklerin içine kolaylıkla sızabilir, onlara üstüne sağlam bir bina inşa edilecek bir temel sunabilir.
Artık faal olmayan ya da ölmüş hangi müzisyeni ya da grubu canlı dinlemek isterdiniz?
Hiç şüphesiz en başta John Coltrane ve Art Blakey gelir. Milt Jackson, Hank Jones, Stanley Cowell, Billie Holiday, Ella Fitzgerald, Charles Mingus, Isao Suzuki ve Clifford Jordan canlı dinlemeyi çok isteyeceğim müzisyenler arasında. Belki ilk bakışta cazcı değil. Ama müziğinde caza merkezi bir yer veren Fela Kuti’yi canlı dinlemek de eminim müthiş bir deneyim olurdu.
Faal olan hangi müzisyeni ya da grubu canlı dinlemek istersiniz?
Herbie Hancock (mümkünse Headhunters ile), Ron Carter, Net Birchall, Christian McBride, Kiyoshi Sugimoto, Jiro Inagaki & Soul Media ilk aklıma gelen isimler. Gene ilk bakışta cazcı olmamakla birlikte groovelu cazı müziklerinin temel sadası yapmış Brezilyalı Azymuth grubunu da canlı dinlemeyi çok isterdim.
Cazı bir enstrumanla özdeşleştirecek olsanız, bu, hangisi olurdu? Neden?
İlle de bir enstrümanı ya da enstrüman grubunu öne çıkarmak gerekirse başta tenor saksafon ve trompet olmak üzere üflemeliler derdim. Bu en çok da klasik caz için geçerli tabii. Biraz daha funk caz sularına kayarsak Hammond B3 orga bayılırım.
Yapılması kolay değil, biliyoruz; ama tarifinin yapılması gerekirse, caz nedir?
Aslında yukarıda çeşitli sorulara verdiğim yanıtlar, bu soruya da cevap oluşturuyor gibi. Caz, müzikal ve estetik bir özgürlük arayışıdır. Bu yönüyle hem bireysel hem de kollektif bir çabadır. Geleneğin ve yenilikçiliğin, birbirlerini döngüsel şekilde beslediği bir mecradır. Sarmaş dolaş var olduğu blues müziği kadar içe dönük, yahut ansızın patlayan bir fırtına kadar yıkıcı olabilir. Caz, insan yaratıcılığının müzik formunda, doğaya, onun seslerine, renkliliğine, ahengi hengamesine en fazla yaklaştığı yerdir.
Sınırsız bütçeniz olsa cazla ilintili ne yapmak isterdiniz?
Japonya, Brezilya ve Güney Afrika gibi ABD dışı yerlerde caz mekanlarına gitmek, buralarda basılmış caz plaklarını toplamak isterdim. Ayrıca kendilerine özgü kurallarıyla 1960’lardan itibaren Japon cazseverler için vazgeçilmez müzik dinleme yerlerine dönüşen jazu kissa’ların hala açık kalanlarını ziyaret etmek isterdim. Ayrıca Japon cazcıların plaklarını ve bazı caz albümlerinin Japon baskılarını toplamak isterdim. Ayrıca cazın baş rolde olduğu bir müzik kütüphanesi kurmak isterdim. Caz plaklarını, CD’lerini, cazı konu olan kitapları, dergi ve belgeselleri kapsayacak bu kütüphane, başta çocukları ve gençleri herkesi kendisine çeksin isterdim.