Robbie Williams’tan Çeyrek Asırlık Bir Retrospektif
Bundan tam 25 yıl önce herkes ona, kariyeri bitti gözüyle bakarken Robbie Williams, Life Thru a Lens adını taşıyan ilk solo albümünü yayınladı. 1995 yılında Take That grubundan ayrılığı sonrası girdiği derin bunalım ve madde bağımlılığı karşısında tedavi gördüğü dönemde hazırladığı albüm, Brit Pop marşına da ev sahipliği yapıyordu. O marşa ayrı bir parantez gerekecek elbette ama önce Robbie Williams’ın ilk solo albümü Life Thru a Lens şerefine geçtiğimiz günlerde yayınladığı ve en sevilen şarkılarına orkestral yorum kattığı Robbie Williams XXV hakkında bir şeyler söylemek gerekiyor.
The Stone Roses, Oasis gibi toplulukların ağırlığının hissedildiği bir 90’lı yıllar Britanyası getirin gözünüzün önüne. 60’lardan başlayan rock fırtınası Iron Maiden gibi kasırgalara dönüşürken bir yandan da insanın içine işleyen esinti halini almıştı. Bu ortamda Take That isimli vokal grubunun en popüler ismi Robbie Williams, 90’ların o yaratılan doğruları doğrultusunda müzik yapıyordu. BBC tarafından biraz abartılı olmakla birlikte Beatles’tan sonraki en başarılı Britanyalı topluluk olarak takdim edilen Take That, Robbie için geride kalıyor, yerine bambaşka bir sayfa açılıyordu.
Brit-Popun Efendisi
Muadillerinden aşina olduğumuz kavgalı, gürültülü günlerin ardından gruptan ayrılan Robbie Williams yaşadığı bu bunalımlı dönemin izlerini taşıyan albümüyle solo kariyerine ilk adımını atarken dönemin eleştirmenleri pek de ümitvar değildi. Ancak onları yanıltmak da Robbie Williams’ın işi olacaktı. Son çeyrek asır bazı inişler çıkışlar olsa da Brit-Popun efendisinin çağına dönüştü. Bu dönem aynı zamanda Robbie Williams’ın futbol ile birlikte en büyük tutkusu olan rock müziği de sık sık selam gönderdiği bir çağ oldu.
1997 çıkışlı Life Thru a Lens albümüne dair açma sözü verdiğimiz paranteze de geri dönebiliriz artık. Albümde yer alan şarkılar genellikle dönemin ruhunu yansıtan Brit-Pop kurallarına uyan yapıda bestelerdi. Fakat içlerinden bir şarkı hem o dönemki eleştirmenler hem de İngilizlerin seçimiyle Bohemian Rhapsody’den sonra ada halkının en sevdiği şarkı olarak kayıtlara geçti. Bahsettiğim şarkı Angels. Konserlerde gördüğü coşkulu ilgiden her seferinden gözleri dolan bu duygusal adama yakışacak tarzdaki bu bestesi Robbie Williams’ı bizden sonraki kuşaklar nezdinde de unutulmaz kılacak bir yapıya sahip. Bu unutulmaz ballad, çeyrek asır sonra Robbie Williams’ın yeni albümünde yeni bir düzenlemeyle yeniden karşımızda. Üstelik bu çeyrek asırlık retrospektifin hak ettiği üzere ilk teklisi olarak…
Auguste Rodin’in ünlü heykelinden izler taşıyan albüm kapağıyla XXV albümü Robbie Williams’ın unutulmaz şarkılarını içermesi bakımından olduğu kadar bu bestelerin özel orkestral düzenlemelerine de sahip. Come Undone, Millenium, The Road to Mandalay, Bodies, Supreme, Strong, Eternity, She’s the One, Feel, No Regrets gibi şarkıların yeni düzenlemelerinin bulunduğu albümde bizi geçmişe götüren güzel bir sürpriz de bulunuyor. Robbie Williams’ın 2000 yılında yayınladığı Sing When You’re Winning albümünde düet yaptığı Kylie Minoge ile bu albümde de yine Kids şarkısıyla ikili karşımızda.
Albümün basılı halinde yer almasa da dijital platformlarda Angels’ın, Beethoven’in Ay Işığı Sonatı’nın giriş kısmını içeren bir versiyonu da dikkat çekiyor. Çıkar çıkmaz albümün plağını almış biri olarak o düzenlemeyi bu basılı kayıtta da dinlemek isterdim.
9 Ekim’de yayınlanan albümün etkisi özellikle artık 30’lu yaşlarını geçmiş kitlede büyük bir heyecanla karşılandı. Bu da oldukça anlaşılabilir bir durum. İngiltere’de hemen hemen her kesimden dinleyicinin sahiplendiği isimlerden biri olan Robbie Williams’ın gördüğü bu ilgi konserlerine de yansımış durumda. Müziğin yer yer sınıfsal farklılıkları yansıttığı bir yapıda geniş bir kitleye hitap edebilmek hem zor hem de çok değerli. Bu ilgiyi konserlerde de görmek mümkün.
Royal Albert Hall’den Knebworth çayırlarına kadar farklı mekânlarda, farklı kitlelerle buluşabilen Robbie Williams, kendi retrospektif seçkisinin yanı sıra Frank Sinatra’dan Freddie Mercury’ye uzanan bir skalada müzisyenlerin bestelerini tüm bu coşkulu kitleyle seslendirebilme ayrıcalığına sahip. Bir DVD kaydı da bulunan ünlü Knebworth Konseri, yüzbinlerce insanın akın ettiği, yemyeşil İngiltere kırsalının insanlardan görünmez bir hale dönüştüğü o görüntülerle hafızalara çoktan kazındı bile.
Türkiye’de ve hatta daha spesifik konuşacak olursak İstanbul’da bir Robbie Williams konseri izleme şerefine nail olabilecek miyiz? Bilemiyorum. Bir yandan ABD’de tutkunu olduğu futbolu ileriye taşımak için kurduğu ve ligde mücadele eden Los Angeles Vale kulüp, bir yandan turneleriyle Robbie Williams, 1990’ların ortasındaki o bunalımlı yılları çoktan geride bırakmış küçük kızına şarkılar yazan bir baba artık.