Akbank Caz Festivali

Kuş Dili’ni Okumak: Çağdaş Müzik Notları ile Enis Batur

Türkiye’nin önemli edebiyatçılarından ve önemli entelektüellerinden Enis Batur’un Kuş Dili: Müzik Yazıları başlığını taşıyan derleme kitabı Pan Yayıncılık etiketiyle geçtiğimiz ay yayımlandı. Müzik üzerine okumayı seven herkese belli başlı noktalarda hitap edecek pek çok şeyi bir arada barındıran kitabın beni en çok heyecanlandıran yanı ise çağdaş klasik Batı müziğine yönelik ve Türkçe yazılmış metinler bulma çabama eşlik eden en tatlı işlerden biri olması. Memleketimizde çağdaş klasik müziğe dair okunaklı eser azlığıyla hem yüzleşmemi hem de bu yüzleşme sırasında bana eşlik ederek sakinlememi sağlayan kitaptan birkaç minik not çıkardım. Sizinle de paylaşmam gerektiğini düşündüm. Zira müzikle ilişkiniz ne boyutta olursa olsun, bu kitabı okumanız gerektiği fikrindeyim.

Fotoğraf: Barış Acarlı

Paralel okuma olarak yine Pan etiketiyle uzun yıllar önce çıkan ve ne zaman kütüphaneme dahil ettiğimi bile hatırlayamadığım bir Anton Webern kitabı olan Yeni Müziğe Doğru‘yu seçtiğim için iki kitabın birbirini destekleyen, birbirinden uzakta duran yanlarını da işaretleme fırsatım oldu. Bunları genellikle zihnime kaydettim elbette. Öte yandan, güzel bir tesadüf eseri, yakın zamanda dil felsefesine yönelik okumalar da yaptığım için özellikle Enis Batur’un dil, şiir, dili anlamak konularına yöneldiği minik parçalarda da iyice heyecanlandım. Webern’in kitapla aynı adı taşıyan ve sekiz oturumdan oluşan derslerinin metne aktarıldığı bu kitap da “yeni müziğin” nasıl ortaya çıktığını ve nelerden beslenerek Schönberg’le birlikte kendini var ettiğini ortaya koyuyor. Webern’in Goethe’nin izinde yürüyerek zihne işlediği “doğa yasaları” ilkesinin müzikteki yansımalarının izini sürmek, gerçekten keyifli. Bu iki kitabı bir arada ya da peş peşe okumak da bu yüzden keyifli. Kişisel detaylara fazla girdim sanırım. Gelelim Enis Batur’un Kuş Dili’ne…

Enis Batur, tutkulu bir dinleyici. Bu tutkusunu satırlarında hissetmek mümkün. Kuş Dili, kendisinin yıllar içinde farklı mecralar için yazdığı yazıların ve bazen de yaptığı söyleşilerin bir derlemesi. İçinde farklı müzik türlerinden çok farklı yanlara dokunan yazılar bir arada. Bunun en güzel yanı ise, Batur’un bir dinleyici olarak yolculuğuna tanık olmak. Öte yandan, dinlediklerinin bazıları, daha önce hiç karşınıza çıkmamış eserler olabileceği için okuyucuda tam olarak karşılığı bulunmayan işler olabiliyor. Fakat bu, Enis Batur’un uzun yıllar içinde edindiği dinleyicilik deneyiminin (experience değil, expertise aslında) bir çıktısı. Bu kadar çok ve derinlemesine müzik dinlemek ve okumak, elbette sizi bazen de pek kimsenin bilmediği bestecilere, eserlere yönlendirebiliyor. Fakat onlardan bahsederken bile sorduğu sorular ve verdiği cevaplar, müzik üzerine düşünme ihtiyacınızın çok büyük bir kısmını karşılıyor. Bu yazıda biraz daha Enis Batur’un bu kitapta çağdaş klasik müziğe yönelik sorduğu bazı sorulardan bahsetmek istiyorum.

Çağdaş müziğe erişmek ve onunla buluşmak üzerine bazı notlar

Enis Batur’la ortak noktalarımızdan biri (bunu söylerken haddimi biliyorum, kendimi asla kendisiyle denk bir dinleyici olarak görmem; bu benim haddime değil) çağdaş müziğe erişme arzumuz. Günümüzün müziğinde neler olup bittiğini çok merak ederim ben. Hangi bestecilerin neler yaptığını öğrenmeye çalışırım. Sayıca az olan klasik müzik internet sitelerinde en çok çağdaş kategorisi altındaki albüm eleştirilerine göz gezdiririm. Ön yargıyı bir yana bırakarak çağdaş müziğe kulak kabartınca göreceğiniz çok fazla güzellik oluyor ve bu “güzellik”lerin hiçbiri de Mozart’ın ya da Beethoven’ın defterlerinden çıkan “güzellik”lerle alakalı olmadığı için daha da heyecan verici oluyor.

Fakat internet olmasa bunları takip etmek çok güç. İstanbul’da bir ayda kaç Mozart eseri çalındığını bilmiyorum ama kaç Xenakis eseri çalınmadığını biliyorum. Konser salonlarımızda çağdaş müziğe açılan alan çok küçük. Cem Mansur yönetimindeki Gedik Filarmoni Orkestrası’nın çağdaş bestecilere açtığı alan sayesinde Süreyya Operası’nda karşınıza çıkıyor. Ya da işte çok seyrek de olsa bazı küçük mekanlarda görüyorsunuz. Bazen Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası gibi orkestralar eser siparişleriyle bestecilere alan açıyor. Ama çoğunlukla bir besteci olarak Fazıl Say’ın eserlerinin arasına sıkışıp kalıyoruz. Çağdaş opera? Memlekette adı duyulmuyor!

Dolayısıyla burada, Enis Batur’a göre radyoya görev düşüyor. “Kulakta Tıkaç Müzik Dinlemeye Dair” başlığını verdiği (sf.102) yazısında, NTV Radyo’da yaptığı programından yola çıkarak bir radyo programcısının aslında kendisine sorması gerekenlerin peşine düşüyor.

Bir müzikal etiket olan “radyo dostu parça” benim çoğunlukla karşı çıktığım bir kategorilendirme biçimi. Enis Batur’a göre ise radyo, dinleyicinin kolay kolay karşılaşamayacağı eserlerin onlarla buluşmasını sağlamalı. Dolayısıyla hazırladığı radyo programlarında çağdaş müziğin olabilecek en farklı örneklerine yer vermeye çalıştığını ifade ediyor. Bu, benim gibi hevesli bir dinleyici için çok iyi bir çıkış yolu. Bir radyo programcısı olarak da kendi içimde benimsediğim bir duruş. Radyo, “radyo dostu” parçaların değil de dinleyicinin dostu olmalıdır. Dinleyiciyle dostluğu da ancak “Geçen gün radyoda çok acayip bir şey dinledim” dedirterek kurabilirsiniz. Bu nedenle de radyo, üzerine düşeni yapmakla yükümlü. Yani hiç değilse benim için böyle. İsterseniz eski kafalı olduğumu, isterseniz günün dinleyicisini anlayamadığımı düşünün. Bence böyle.

Anlam, anlamak ve anlayamamak: İyi bir kaçış noktası mı?

Aynı yazısında, dinleyicinin çağdaş müzikle kurduğu ön yargı örgüsüne kapılmış, “anlamaya” odaklanmış ve “anlayamama” filtresine takılıp kalmış izlenimi veren soğuk ilişkiyi de dert ediniyor. Ona göre, “kültürel birikim” tek başına Xenakis, Boulez veya Ligeti’yi bilmek için tek çözüm değil. Hatta “kültürel birikim” aslında hiç de yeterli bir şey değil. Henüz Ligeti’ye bile yeterli zamanı ayırmamış bir dinleyicinin, bugünün bestecilerine zaman ayırmasını nasıl bekleyebilirsiniz?

Bu “çağdaş müziği anlayamama” konusuna Enis Batur kitabı boyunca aralıklarla değiniyor. Yine aynı yazısının son paragrafında insanın daha önce dinlemediği ezgilere neden kulağını tıkadığını anlayamadığını söylüyor. Geçerli bir soru. Bu noktada aklıma Webern geliyor. Webern’e göre müzikte anlaşılabilirlik çoğunlukla tekrar sayesinde sağlanıyor. Bir bestenin içindeki partilerin birebir ya da kısmî tekrarı, anlaşılabilirliği artırıyor. Zaman içinde müziğimizde tekrarların arasındaki ölçüler arttığı için de “anlaşılabilirlik” ilkesinin daha geniş bir alana yayıldığını ifade ediyor. Biraz basite indirgediğim bu Webern notunun günümüz çağdaş müziğiyle bazı yönlerden ilişkili, bazı yönlerden ise bağlantısız olması bir yana, basitçe söylemem gerekirse “anlaşılabilirlik” ilkesine takılıp kaldığınız sürece çağdaş müziğe ısınmanız imkansız. Ancak sırf varlığını ve konumunu revize etmemiz gereken “anlaşılabilirlik” kaygısı yüzünden de çağdaş müziğe sırt çevirmeniz pek de adil değil. Günümüz politikasının karmaşıklığı nedeniyle politika konuşmayı bırakıyor musunuz? Alın size tam da bugünün ruhuna yakışır yüzeysellikte bir soru.

Burada, müzikte anlam konusuna takılan tek grubun dinleyici olmadığına da dikkat çekiyor Enis Batur. Schönberg’in bestecilere çıkışarak söylediği “Yaptığınız bestenin bir anlamı olmadığına emin misiniz? Anlam size ait bir şey değil ki, onu yok etme gücünüz olsun” sözlerini de önüne alarak ne bestecinin ne de dinleyicinin anlamı reddetme yolunun olmadığını ifade ediyor. (sf. 82)

Yeni müziğin grameri üzerine bazı notlar

Enis Batur’a göre çağdaş müziğin yolculuğunda çok önemli bazı isimler var. Bu isimlerin adını anmadan çağdaş müzik çerçevesi çekmek bana göre de imkansız. Cage gibi, Stockhausen gibi ustaların ses üzerine yaptığı çalışmaların her biri aslında bir ışık tutucu görevi görüyor. Cage’in ve Stockhausen’in çalışmaları, ne tam olarak müziğin içine ne de tam olarak müziğin dışına yerleştirebileceğimiz bir noktada. Ancak ses-uzam ekseninde çalıştıkları her şey de müziğe dokunuyor.

Bestecilik alanında ise Batur’un andığı ve büyük bir heyecanla bahsettiği isimler ise Schönberg ve Stravinsky. Daha sonra Stravinsky’e Bahar Ayini gibi eserleri nedeniyle de pek çok kez temas eden, bir Usmanbaş söyleşisi sırasında da Usmanbaş’ın ağzından Stravinsky’i dinlemeyi ihmal etmeyen (Burada Batur’un Stravinsky’nin şeflik-bestecilik dengesinde tuttuğu yolu eleştiren keskin sözlerine sayfalar sonra Usmanbaş’ın verdiği cevaba bayıldım. Kitabı alıp okuyacak okuyucunun bu keyifli kısımdan mahrum kalmasını istemediğim için bahsetmeyeceğim) Batur, bu iki besteciye hakkını pek çok yerde teslim ediyor.

Batur’un çağdaş müziğin gramerini tartıştığı yazılarından biri olan “Usmanbaş’ın Kareleri” başlıklı yazısında ise girişte çok dikkat çekici bir paragraf var (sf. 92). Bu paragrafta Enis Batur, 1945 sonrası nota yazımının ne yönde değiştiğini, tonal/atonal düzenlemelerin ötesinde çağdaş müziğin esasen “ses” ekseninde nasıl bir yolculuk yaşadığının izlerini sürüyor. Usmanbaş ise en önemli yoldaşı haline geliyor.

Müziğin gramerinin değişimi, tıpkı konuşmamızın değişimi gibi. Biz değiştiğimiz ve yeni nesillerden, yeni kaynaklardan beslendiğimiz için dilimiz de değişiyor. Öyleyse bu değişimi müziğin gramerinden azade görmek mümkün mü? Müziğin değişmeme ihtimali var mıydı? 2024’te Mozart’la bire bir besteler yapmaya devam eden besteciler nasıl olurdu da bugünü anlatabilirdi? Bu kısımda kitabın sayfasına mavi kalemle aldığım not tam olarak şöyle: “Çağdaş müziğin yeni bir dil ve gramer oluşturma bakımından şiire yakınlığı”.

Bir edebiyatçı olarak da bir entelektüel olarak da sık sık müzik ve dili birbirine yakınsatması gerektiğinin farkında olan yazarın dil ve şiir ekseninden müziğe bakışıyla birlikte hem edebiyata hem müziğe dair mükemmel çıkarımlarla karşılaşıyorsunuz. “Çağdaş klasik müzik neden böyle garip geliyor?” gibi sorularınız varsa kesinlikle bu kitabı okumalısınız. Hiç değilse ön yargılarınızın azalmasına yardımcı olacak.

Öte yandan, kitabın bir dinleme listesine ihtiyacı var. Yoksa hiç tanımadığım halde Enis Batur’un kapısına dayanıp “Enis Bey, biraz beraber dinleyebilir miyiz?” demem gerekecek. Kendisinin davetsiz misafirlerden hoşlanmadığını düşünüyorum.

Andaç Üzel’in Dark Blue Notes’daki diğer yazıları
Andaç Üzel web sitesi
Kitabı Pan Yayıncılık’tan satın alabilirsiniz

Andaç Üzel

1992 İstanbul doğumlu olan Andaç Üzel, lise eğitiminden itibaren iletişim sektörüne ilgi duymaya başladı. Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo, Televizyon ve Sinema bölümünde lisans eğitimi sürecinde dört yıl boyunca üniversite radyosu için çeşitli programlar hazırladı ve sundu. Mynet ve Milliyet.com.tr için toplamda 4 yıldan uzun süre içerik editörlüğü ve içerik yöneticiliği görevlerini üstlendi. Daha sonra Yıldız Teknik Üniversitesi’nde İşletme Yönetimi Yüksek Lisansı derecesini tamamladı. Borusan Klasik için radyo programları hazırladı. Şimdilerde İçerik Pazarlama Yöneticisi olarak çalışıyor.

Andaç Üzel 'in 17 yazısı var ve artmaya devam ediyor.. Andaç Üzel ait tüm yazıları gör

Avatar photo

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir