Armut Dibine Düşermiş: Judith Hill
Bizim armut dibine düşer atasözümüzün benzeri yabancı dillerde de var. İngilizler bu sözü daha gerçekçi bir ifadeyle the apple does not fall far from tree şeklinde söylüyorlar; yani “elma ağaçtan çok uzağa düşmez“. Ataaerkil ve feodal düzende evlatların, özellikle erkek çocukların büyük ailelerinden ayrılması -o her ne ise- kadim geleneklere ters düştüğünden ötürü armutun fazla uzaklaşmaması, tam da dibine düşüp ait olduğu kültürü devam ettirmesi arzu edilir(miş) ki bu söz bu şekilde söylenmiş. Oysa batı kültüründe, her ne kadar evlatların, genlerini taşıdığı büyüklerine benzediği kabul edilse de ağacın dibine düşmesi, yani ebeveynlerinin kopyası olması istenmez(miş). Bu nedenle elma ağacın tam da dibine değil ama çok da uzaklara düşmüyor. İngilizlerin bu sözünün ne kadar süredir var olduğunu bilmiyorum ama batının son dört yüzyılını çerçeveleyen aydınlanma kültürü ile uyumlu olduğu net.
Judith Glory Hill ağaçtan çok uzağa düşmeyenlerden.
İtiraf etmeliyim, Judith’in o gece sahnede nasıl bir repertuvar sunacağını ve nasıl bir müzikal yaklaşımla çalacaklarını tahmin edebilmek mümkün değil. Değil çünkü Judith Hill hem ten renginin onu bağladığı köklerinin, hem soyadını aldığı ebeveynlerinin ve en önemlisi yaşadığı zamanın müziğinin, bazen toplamını, bazen de bileşkesini yapıyor.
Yazışmamızda, synthesizer başta olmak üzere tuşlu çalgılarda annesi Michiko Yoshimura Hill, elektrik basta babası Pee Wee Hill ve davulda John Staten‘dan kurulu bir ekiple İstanbul’a geleceklerini yazmıştı. Tabii ki Judith de vokal ve gitarda.
Ağaçtan uzağa düşmemiş dedik ya, babasından başlayayım. Californiyalı Pee Wee Hill, formal eğitim almamış, müziğe genç yaşta garaj gruplarında başlamış. Kariyerinin henüz başında, hatta bas çalmaya başlayalı daha iki yıl bile olmamışken, efsanevi Billy Preston’ın grubuna dahil olmuş. Ardından da soul ve rock müziği funk süzgecinden geçiren bir başka devle çalışmaya başlamış: Sly & the Family Stone. Sonrasında da bu türlerin aranan müzisyeni olarak bugüne kadar gelmiş.
Annesi Michiko Hill, adından da anlaşılacağı üzere Japonya doğumlu. Pee Wee’nin aksine formal müzik eğitimi almış. Genç yaşında gönlünü soul ve funk müziğe kaptırınca, kaynağında öğrenmek için ABD’ye tanışmış. 1980’lerin başında Pee Wee ile tanışıp onunla evlenince hem iyi bir yol arkadaşına hem de mükemmel bir eğitmene de sahip olmuş. Müziğe yaklaşımındaki çılgın ve özgür tavrı sayesinde Wayne Shorter başta bir çok caz efsanesiyle çalışma fırsatı yakalamış. O da Pee Wee gibi müziği canlı icra etmenin peşinde koşmaktan kendi adına stüdyoya çok seyrek girmiş.
Adlarını daha önce duymamış olabiliriz ancak her ikisi de Afro-Amerikan müzik şemsiyesinin hemen hemen her türünde aranan ve saygı gören müzisyenler; bir anlamda sanatla zanaatı birleştiren ve yeteneğini insanlara keyif sunmaya adamış profesyoneller.
Eh, böylesine müzikal bir ortamda büyüyen Judith Hill’in farklı bir kariyer seçmesi de müzik adına cinayet olurmuş.
Judith Hill 1984 doğumlu. Biola Üniversitesinde kompozisyon okuduktan sonra profesyonel kariyerine geri vokalist olarak başlamış. Gregg Allman, Anastacia, Josh Groban, Carole King, Rod Stewart ya da Robbie Williams gibi yıldızların gruplarında çalışmış.
Michael Jackson‘ın 2009’da başlatacağı This Is It turnesine, I Just Can’t Stop Loving You parçasında düet yapacak şekilde seçilmesi ile geri vokal kariyerinin zirvesine ulaşmışken, Jackson’ın ölümü üzerine turne iptal edilince anma töreninde sahneye çıkmış, süperstarın Heal the World şarkısını seslendirmiş. Şöhrete kavuşmasını sağlayan gelişme ise bir belgesel film ile olmuş. Geri vokal müzisyenlerine odaklanmış 20 Feet from Stardom (Şöhrete 6 Metre Kala) belgeselinde yer alması, Desperation şarkısındaki müthiş vokali ve film vasıtasıyla kazandığı Grammy ödülü ile sektörün dikkatini iyiden iyiye üzerine çekmiş.
Bununla birlikte ilk albümünü tesadüf eseri çıkarabilmiş. The Voice yarışmasındaki başarısından ya da Michael Jackson belgeselinden bihaber olan Prince, en çok çalışmayı istediği müzisyenin Prince olduğunu söylediği bir TV söyleşisine denk gelince Judith Hill’i davet etmiş ve yeteneğini görünce ilk albümünün prodüksiyonunu gerçekleştirmiş.
Judith Hill bugüne kadar 4 albüm ve 8 single yayınladı.
2021’de yayınlanan son albümü Baby, I’m Hollywood, yazımızın girişinde ipuçlarını vermeye çalıştığımız müzikal vizyonunun yansıması. Albüme adını veren şarkı, güzel gitar solosuyla dinleyiciyi mutlu edecek türde tipik bir rock ‘n’ roll iken, God Bless the Mechanic, vokal stiliyle ve müzikal yürüyüşüyle, kendisini ziyadesiyle şekillendiren Prince kokuyor; You Got the Right Thang ritm gitar tınısı ve vokal yaklaşımı açısından babasının ilk patronı Sly& the Family Stone havasında. Burn It All müthiş bir blues. Miss Cecilia Jones tatlı tatlı akan bir reggea. Candlelight in the Dark kilise köklerini yansıtan sıkı bir gospel. Michiko’nun enfes synth eşliğini barındıran, Curtis Mayfield stilindeki Wanderer Judith’in wah wah gitarıyla kulak okşuyor. Funky Step Out ve Motown esintili Newborn Woman şarkılarını da atlamayayım, dinleyiciye keyiflendiren şarkılar.
Yukardaki özetten anlamışsınızdır; Judith Hill Afro-Amerikan müzik stillerinin hepsine son derece hakim bir müzisyen. Başarısının arkasında vokal yeteneğinin yanı sıra, popüler müziğin başarı getiren yaklaşımlarını ustalarından öğrenmiş olarak ürettiği renkli, güleryüzlü yaklaşımı yatıyor.
11 Kasım Cuma akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu’ndaki konsere gideceklere, şüphe duymadan söyleyeceğim net özet şudur: Hatasız çalan bir gruptan ve muhteşem vokale sahip bir müzisyenden iyi müzik dinleyeceksiniz; eğleceneksiniz ve konserden gülümseyerek çıkacaksınız!