Peggy Lee: Şarkıların En İyi Arkadaşı
Kuzey Dakota’nın uçsuz bucaksız düzlüklerinde, sert rüzgârların şekillendirdiği bir coğrafyada dünyaya gelen Norma Deloris Egstrom, ya da onu tanıdığımız adıyla Peggy Lee, henüz dört yaşındayken annesini kaybetti. Alkol bağımlısı bir baba ve acımasız bir üvey annenin gölgesinde büyürken, müziğe sığınmak onun tek kaçış yolu oldu. Radyodan yükselen caz ve Big Band ezgileri, sesindeki yumuşak ama dirençli tınıyı keşfetmesine olanak sağladı.

Gündelik hayatın mücadelelerine boyun eğmek yerine, kendi zihninde yarattığı hikâyelerin ve hayallerin rehberliğinde yaşıyordu Norma. İçindeki öfke, sıradan olana duyduğu memnuniyetsizlikle harlanıyor; kök saldığı kenti ve yaşam koşullarını sorgulamasına yol açıyordu. Hayatın bundan çok daha fazlasını vadettiğine inanan Norma, sesinin kendisine açacağı kapıları tam olarak kestiremese de, radyodan yükselen swing eserleri eşliğinde şarkı söyleyip sahnede parlamanın hayalini kuruyordu. İşte bu düş, yerel bir radyo istasyonunda ilk kez mikrofon başına geçtiğinde gerçeğe dönüşmeye başladı. Kısa bir süre sonra dünya onu artık Peggy Lee adıyla tanıyacaktı.
1941 yazında, henüz 21 yaşındayken Chicago’daki Ambassador West Hotel’de sahne aldığı bir akşam, Peggy Lee’nin hayatının dönüm noktasını temsil ediyordu. Big Band müziğinin ilk temsilcilerinden Benny Goodman, solist Helen Forrest’in ayrılma eşiğinde olduğu o süreçte, Peggy’nin sesindeki ışığı fark etti ve orkestrasına katılması için teklifte bulundu. Böylece Lee için yepyeni bir sayfa açıldı: 1940’ların ihtişamlı Big Band döneminin sahnelerini süslemek, onun zarafeti ve müzikal içgörüsünün bir neticesiydi. Why Don’t You Do Right? ile kısa sürede kazandığı şöhret, bu yeni adımın beklenmedik sayfalar açacağının ilk işaretlerini veriyordu.
Ancak bu yıllarda, ilerleyen dönemlerde solo kariyerinde belirginleşecek derin ve baştan çıkarıcı vokal üslubu henüz tam anlamıyla olgunlaşmamıştı. Yine de, sesindeki doğal parlaklık, 1940’ların tiz vokallerle bezeli dünyasında bile onu akranlarından ayrıştırıyordu. Goodman’ın orkestrasındaki deneyimi, bir yandan müzikal kimliğini titizlikle şekillendirdiği, diğer yandan hayallerine giden yolda kendine sağlam bir zemin inşa ettiği önemli bir dönüm noktasıydı.
1943’te Benny Goodman Orkestrası’ndan ayrılmasının hemen ardından Capitol Records ile anlaşma imzalayan Lee, İkinci Dünya Savaşı’nın çalkantıları nedeniyle büyük orkestraların çözülmeye yüz tuttuğu bir dönemin kazananı oldu. Ekonomik gerekçelerle görkemli Big Band çağının gözden düşmesi, Peggy Lee’nin ivme kazanan kariyeri için beklenmedik bir fırsattı. Daha küçük topluluklarla birlikte sahneye çıkarak, hikâye anlatıcılığıyla beslenen vokalinde hakimiyet kazanıyor ve dinleyicileriyle kurduğu bağı giderek derinleştiriyordu.
Siyahi toplulukların direniş ruhunu ve popüler müziğe içkin dinamikleri barındıran sound”u, sanatçıyı döneminin solistlerinden açıkça farklı bir yerde konumlandırıyordu. Pop ve R&B unsurlarını zarif bir caz dokusuyla harmanlaması, Nina Simone’u anımsatan bir özgünlükle kendi müzikal kimliğini ortaya koyduğunu gösteriyordu. Çocukluğunda yaşadığı fiziksel ve duygusal şiddetin yaralarına ayna tutan yumuşak vokali ise tüm açık yürekliliğiyle dinleyiciye ulaşıyordu. Kadınların toplumsal yaşamda eşitlik ve saygı mücadelesinin giderek güçlendiği dönemde, Peggy Lee de kendi payına düşeni deneyimliyordu. Sahnedeki varlığı ise tüm bu zorluklara verdiği en güçlü yanıttı.
Elli yılı aşkın kariyeri boyunca Latin, caz, pop, Afro-Küba ritimleri, sahne ve film müzikleri gibi sayısız kulvarda eser veren Peggy Lee’nin bazı projeleri başarıyla taçlanırken, kimileri ise hak ettiği övgüyü yıllar sonra kazanan saklı hazineler olarak diskografisinde kendine yer buldu. Lee yalnızca yorumculuğuyla değil, aynı zamanda kaleme aldığı besteleriyle de öne çıkıyordu. “Şarkıcı-şarkı yazarı” ekolünün ilk kadın temsilcilerinden biri olarak Harold Arlen, Quincy Jones ve Duke Ellington gibi ustalarla birlikte 200’ün üzerinde esere imza attı.
1958 tarihli Fever, Lee’nin müziğinde kök salan yalın ama etkileyici estetiğin en güçlü yansımalarından biridir. Eddie Cooley ve Otis Blackwell imzalı bu şarkıyı fısıltılarla ördüğü bir büyüye dönüştürmesi, onun minimal perküsyon ve bas dokusunu nasıl ustalıkla kullanabildiğinin en çarpıcı kanıtıdır. Bu sade ama derinlikli yapı, özenle kurgulanmış bir atmosfer yaratarak dinleyiciyi her saniye içine çeker ve zamanı adeta askıya alır. Lee’nin vokali, satır aralarındaki saklı itirafları aydınlatırken, dinleyeni kaçınılmaz bir çekim alanına sürükler.
Lady and the Tramp için bestelediği şarkılarla yaratıcılığını masalsı bir evrene taşıyan Peggy Lee, kariyerinin farklı dönemlerinde türler arası zarif geçişleriyle her daim kendine özgü ışıltısını korumayı başardı. 1969’da kaydettiği Jerry Leiber ve Mike Stoller imzalı Is That All There Is?, ironik ve varoluşçu sözleriyle benzersiz bir iç hesaplaşmaya dönüştü.

Sahne ışıkları Peggy Lee’yi bir ikona dönüştürse de, özel hayatında fırtınalar hiç dinmedi. Dört evliliği, kariyerindeki iniş çıkışlar ve sektörün köklü önyargıları, sesine hüzünle yoğrulmuş bir bilgelik kattı. Şarkıları, yaşadığı acıların ve umutlarının en filtresiz yansımasıydı. Frank Sinatra’nın “Peg, bir şarkının sahip olabileceği en iyi arkadaştır” sözü, onun müzik dünyasına kattığı ruhu tek cümlede özetliyordu.
Özellikle 1950’lerde Fever ile yarattığı eşsiz aura, Lee’nin minimal ama etkili tercihlerle şekillendirdiği sanatsal vizyonunu gözler önüne serdi. Sahne kostümünden ışık tasarımına kadar her ayrıntıyı titizlikle planlayan, her notayı incelikle işleyen Peggy Lee, kendi estetik dünyasını özenle inşa etti. Ancak onun istikrarlı ışıltısı yalnızca sahnedeki duruşuyla sınırlı kalmıyor, perde arkasındaki mücadelesinden de besleniyordu. Erkek egemen müzik ve sinema dünyasında telif hakları için verdiği hukuk mücadelesi, özellikle de Disney’deki bestelerine sahip çıkma konusundaki kararlılığı, iradesini ve vizyonunu her seferinde daha da ileriye taşıdı. Böylece 21 Ocak 2002’de hayata veda ettiğinde, geride yalnızca unutulmaz albümler ve kült eserler değil, nesiller boyunca yankılanacak bir zarafet ve özgünlük mirası bıraktı.
■ Gökçen Sena Kumcu’nun Dark Blue Notes’daki diğer yazıları
■ Dark Blue Notes’da Portreler
■ Peggy Lee resmi web sitesi