Mariko Takahashi ve Stefan Winter İle Röportaj
Mariko Takahashi ve Stefan Winter, 15-16 Aralık tarihlerinde ARTER Karbon’da sanatseverleri farklı bir deneyime davet ediyor. Sanatçılar Neue Klangkunst ismiyle çıktıkları yolculukta Dokuzuncu Dalga – Doğaya Övgü adını verdikleri performansı sanatseverlerle buluşturacak. Beethoven ve Géricaul’’dan ilhamını alan çalışma çağımızın büyük trajedisi göç sorununa eğiliyor. 2013 yılında Akdeniz’de Lampedusa adası açıklarında yüzlerce mülteciyi taşırken batan teknenin yarattığı trajediye odaklanan performansları üzerine sanatçı ikili ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
"Yalnızca aydınlanma ve eşitlik, tüm insanlığın zarar görmesini veya yok edilmesini önleyebilir."
Karbon’da sanatseverlerle buluşturacağınız bu çok katmanlı performansı nasıl ifade etmeyi tercih edersiniz?
Ses sanatı, geleneksel müzik, kayıt sanatı, opera, tiyatro ve görsel sanat sözlüğünün artık yeterli olmadığı çeşitli sanatsal çalma biçimleri sunuyor. Biz, ama kompozisyonlar, enstalasyonlar ve performanslar oluştururken çeşitli sanat biçimlerinin öğelerinin birleştirmek dışında bu türleri değiştirmekle ilgilenmiyoruz.
Projenin adından da anladığımız üzere Beethoven’a gönderme var. Bu noktada proje ile Beethoven bağlantısını nasıl kuruyorsunuz?
Beethoven’ın besteleri, Géricault’nun Medusa’nın Salı adlı tablosu ve Dante’nin İlahi Komedyası bu eserin ilhamlarıdır. Ludwig van Beethoven’ın besteleri, besteci Fumio Yasuda tarafından bu esere uyarlandığı için ayrı bir önem taşıyor. Ludwig van Beethoven’ın çalışmaları, zamanının toplumsal devrimlerinden etkilenmiştir. Özgürlük, eşitlik ve kardeşlikle doludur. Ancak müziği maalesef sıklıkla suistimal ediliyor. Geçmişte Nasyonal Sosyalizm tarafından ve bugün hâlâ totaliter sistemler tarafından suistimal edildi. Bu bir trajedidir, Beethoven, eseri aydınlanma ve Fransız Devrimi ruhuyla dolu olmasına rağmen, istemeden tiranların kahramanı olur. Beethoven’ın müziğinin dinleyici üzerinde büyük bir duygusal etkisi vardır. Bu ticari olarak kullanılabilir. Fakat bu bizim için bir karar verme faktörü değil. Müzik endüstrisine dahil olmayı her zaman reddettik. Müziğinde, geleceğimizin anahtarı olan aydınlanmanın varlığı sürekli olarak mevcut. Yalnızca aydınlanma ve eşitlik, tüm insanlığın zarar görmesini veya yok edilmesini önleyebilir.
Beethoven yaşadığı dönemde birçok şeye itiraz eden, imparatorlara meydan okuyan bir isimdi. Günümüze baktığımızda insanlığın ayağa kalkmasını gerektiren pek çok olay yaşanıyor. Bunlardan biri de göçmen trajedisidir. Sanırım işinizin de özü bu konu…
3 Ekim 2013 tarihi bu çalışmanın tetikleyicisi oldu. Libya’nın liman kenti Misrata’dan gelen Somali ve Eritreli yaklaşık 545 mülteciyi taşıyan 20 metrelik bir tekne, Lampedusa adası açıklarında battı. Yerel balıkçılar hayatta kalan 155 kişiyi kurtardı. 366 kişinin öldüğü doğrulandı. Théodore Géricault’nun Medusa’nın Salı adlı eserinin anıları geliyor aklıma. Géricault’nun 1816 gemi enkazından kurtulanlarla sohbet ettiği gibi biz de 2013’te hayatta kalanlarla konuştuk. Birçok mültecinin ölümünün münferit bir olay olarak kalmayacağını bilemezdik. Ama mesele sadece bu trajedi değil; temelde biz insanların trajedisi, insanın insana ve insanın doğaya karşı savaşı.
Sanat, bu tür trajedilerin yaşanmaması konusunda farkındalık yaratmak için önemli bir konumda. Bu açıdan performans nasıl bir mesaj ya da duruş sergiliyor?
Ses sanatı kültürümüzün bir aynasıdır. Çalışmamız siyasi veya sosyal bir çağrı değil. Politik bir manifesto da ilan etmek istemiyoruz. Ancak çalışmalarımız aracılığıyla alıcıda kendi anılarını, duygularını tetiklemeyi umuyoruz. Beklenti yok, düşünce özgürlüğü var.
Performansınızda tema olarak dokuz ruh hali kullanıyorsunuz. Ne tür metaforik bir anlamı var?
Video çalışmalarımızda dansçı Aki Tsujita, dokuz alegoriyi somutlaştıran canlı bir heykele dönüşüyor: Yaratılış, sonluluk, güzellik, yalnızlık, kaçış, arayış, güçsüzlük, nefret, yalnızlık.
"İstanbul bize zengin hediyeler sunuyor"
Sanırım ilk defa bu kadar katmanlı bir müzik projesiyle İstanbul’dasınız. Ne hissediyorsunuz?
İstanbul’u takdir ediyor ve seviyoruz. Yıllar önce Kunststiftung NRW’den bir hibe aldık ve İstanbul’da aylarca geçirdik. Her gün yağmurda ve karda bile bir mikrofonla şehri dolaşıp şehrin seslerini kaydettik. Büyük akordeoncu Muammer Ketencoğlu’nun yardım ve işbirliğiyle İstanbul’dan müzik kaydettik ve bunu Winter & Winter etiketiyle yayınladık. Ferhan & Ferzan Önder ile Fazıl Say’ın bestelerini de kaydettik. Ferhan & Ferzan 15-16 Aralık’ta Arter’de dünya prömiyerinde başrol oynayacak. Burada olmak inanılmaz heyecan verici. İstanbul bize zengin hediyeler veriyor ve seyirci önünde ilk performansın burada gerçekleşeceği için minnettar ve mutluyuz.
Önümüzdeki dönemde projenin akıbeti ne olacak? Yoksa yerini başka işlere mi bırakacak?
Dokuzuncu Dalga – Doğaya Övgü önümüzdeki yaz ZIFF’de (Zanzibar Uluslararası Film Festivali) gösterilecek. Avrupa’da, Prag’da başka gösterimler planlanıyor.
Sound Art Triptych adlı serginiz eş zamanlı olarak İstanbul’da olacak. Son olarak bu konu hakkında biraz bilgi alabilir miyiz?
14 Ocak’a kadar Millî Reasürans Sanat Galerisi’nde birbirinden farklı sesli çalışmaları sergiliyoruz. Bunların arasında Dokuzuncu Dalga’nın 3 kanallı video ve 8 kanallı ses enstalasyonu yer alıyor. Ama aynı zamanda anıtsal çalışma Poem of a Cell – Triptych of Love and Ecstasy’yi (2017) de gösteriyoruz. Seyircinin kelimenin tam anlamıyla seslerimizin ve filmlerimizin içine düşmesine, vücudundaki gerilimi atmasına ve başka bir dünyaya girmesine izin vermesini umuyoruz.