Enes Kudu, Adamlar’dan Tolga Akdoğan ile “ruhunu genişletmesi ve kendine bir faydası olsun diye” çıktığı yolda; kendi içiyle kurduğu ilişkiye, müziğine, Adamlar grubunun müzikal yolculuğuna, yol arkadaşlarına, ilham aldığı şeylere / ilham aldıklarına dair konuştu.
Enes Kudu, Joachim Trier’in 2006’da Reprise (Tekrar) başlayan, 2011’de Oslo 31 August ile devam eden üçlemesinin son halkası The Worst Person The World (Dünyanın En Kötü İnsanı) filmini yazdı
Enes Kudu, Nuri Bilge Ceylan’ın Kasaba, Mayıs Sıkıntısı ve Uzak filmlerinden seçilmiş sahneler sinema perdesinden seyircilere gösterilirken aynı anda müzisyenlerin besteledikleri müziği sahnede icra ettikleri Taşra Üçlemesi Caz Projesi’nin yapımcısı Kubilay Devrim Dikkaya ve besteci piyanist Yigit Özatalay ile projenin detayları üzerine söyleşti.
42. İstanbul Film Festivali’ni takip eden yazarımız Enes Kudu, festivalin Ulusal Yarışma bölümünde yarışan ve Belmin Söylemez’e en iyi yönetmen, Laçin Ceylan, Manolya Maya ve Şenay Aydın’a ise en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandıran Ayna Ayna filmini yazdı.
42. İstanbul Film Festivali devam ediyor. Festivali izleyen yazarlarımızdan Enes Kudu, Metin Erksan’ın senaryosunu yazıp yönettiği, Hamlet rolünü Fatma Girik’in üstlendiği, 1976 yapımı İntikam Meleği – Kadın Hamlet’i, Atlas Post Production tarafından restore edilmiş kopyasından izledi ve izlenimlerini yazdı.
42. İstanbul Film Festivali devam ediyor. Festivali izleyen yazarlarımızdan Enes Kudu, yönetmenliğini Mani Haghighi’nin yaptığı, Çıkarma (Tafrigh /Subtraction) filmini yazdı. Başrollerde, Filmekimi’nde gösterilen Leyla’nın Kardeşleri’nde de birlikte rol alan Taraneh Alidoosti ve Navid Mohammedzadeh yer alıyor.
Enes Kudu, şarkı söylemeyi umut etmenin bir yolu olarak gören, kendi çapında bir kuş gözlemcisi, imkanların ve ihtimallerin peşinde, müziğin geniş yelpazesinden, renk paletinden esinlenen Esra Kayıkçı ile müzik yaşamanına ve üretimine dahil olan şeyler hakkında konuştu.
Enes Kudu, modernist Avrupa sinemasının en güçlü örneklerinden biri kabul edilen Agnès Varda imzalı, müziğini Michel Legrand’ın yaptığı feminist klasik Beşten Yediye Cleo filmini anlatıyor.
Enes Kudu, Florian Henckel von Donnersmarck’ın Doğu Almanya’dan Batı Almanya’ya kaçan ancak Nazi rejimi altındaki çocukluğunu ve komünizm gölgesindeki gençliğini unutamayan kurgusal karakter Kurt Barnert’ın öyküsünü anlatan Asla Gözlerini Kaçırma filmini yazdı.
Enes Kudu, sinemayı müzik gözüyle deşmeye devam ediyor: “Mark Mylod’un yeni filmi The Menu her şeyi gözden çıkarmanın baskısı altında karakterlerine kendi acı gerçeklerinin hazmedilmesi için bir deneyim dünyası sunuyor.”
Yetiş ya müzik! Alelade bir müzik çağırmıyorum. Yazmak üzere olduğum filmin müziğini çağırıyorum. Krzysztof Kieślowski ‘nin “özgürlük, eşitlik kardeşlik” gibi temel kavramlar üzerine ve bu kavramların günümüzde yaşanan bireysel hayatlara bağlama ve böylece bu terimlere yeniden anlam katma çabalarını anlatan Trois Couleurs/ Three Colours (Üç Renk Üçlemesi) serisinden Bleu / Blue (Mavi) filmi için Zbigniew Preisner tarafından bestelenen Song For The Unification of Europe (Julie’s Version) müziğini açıyorum.
“Herkes kendi gizemini taşır ve herkes başkasının gizemine bakmak ister. Kimse kendi karanlık yüzüyle halleşmek istemez. Bunun olabilmesi için tamamlanmak zorundayız. Bazen bir eylemle, bazen bir duyguyla, bazen de bir insanla…”
13 yaşında kuzeninin kendisine hediye ettiği gitarla müzik yolculuğuna ilk adımlarını attı. İtalyan lisesinde gerçekleştirdiği sahne performansından sonra kendini buna adamaya karar vermiş ve uçsuz bucaksız bir yolculuğun ilk ciddi adımlarını attı. Mezuniyetinden hemen sonra Los Angeles’ta MI’da gitar performans bölümünü kazandığında aklında herkes gibi rockstar olma hayalleri ve beline kadar uzun saçları vardı. Üç yıl süren eğitimi sırasında birçok yerde sahne aldı. Bu sırada kendiyle konuşma fırsatını yakaladı ve gerçekten gitarist olarak bir kariyer istemediğini fark etti. Bölümünü Film Müzikleri ve Kompozisyon olarak değiştirdiğinde hayatındaki roller farklılaştı, çalışma coğrafyası başka alanlara yayıldı. Bir yandan da hobi olarak film senaryoları yazan müzisyen, besteci Can Azbazdar ile müzik yaşamına dâhil olan ve olmayan her şey hakkında konuştum. Kendisini size tanıtmaktan mutluluk duyuyorum.
Müzisyen, besteci, eğitmen ve Cemal Reşit Rey Bestecilik Akademisi Caz Müziği direktörü Güç Başar Gülle ile müzik yolculuğuna, eğitimci kimliğine dair sorular sordum. Keyifli okumalar.
İnsanlar kabuklarının içinde yaşar. Bulunduğun coğrafya, içinde var olduğun toplum, dünyaya gelmene sebep olan aile, başkaları tarafından sana verilen isim… Bunların hepsi bizim için birer kabuk sayılabilir. Her ne kadar inkâr etsek bile, çünkü en çok kabuğumuzdan korkar kaçarız, en çok ona yabancıyızdır. Bizden olmayan her şeyin içinde kendimizce yollarla bu kabukların hepsiyle kurduğumuz bağ ve ilişki yöntemiyle hayatta kalmaya devam ederiz. Kendi kabuğumuz her ihtimale karşı bize hayatta kalma dürtüsü verir. Çünkü içinde onun şeklini alarak ona uyum sağlamanın yollarını öğreniriz.
İyi müzik nedir? Bu sorunun cevabı olabilecek tanımlama içinde kaç fazla niteliği barındırmak zorundadır? İlla ki bunun anlamlı bir cevabı olmak zorunda mıdır?
Bir Cumartesi günü. Üstümde beyaz gömlek var. Evden kendimi dışarı atmışım. İçim koşmak istiyor ama ayaklarım kendi ritminde beni dizginliyor. Müzik dönüyor kulaklarımda. Rastgele bir sırayla çalınıyor her şarkı. Sonra Eleni Karaindrou müzikleri arka arkaya denk geliyor kulaklarıma. Sırasıyla çalan Eternity And A Day: Hearing Time, By The Sea ve Eternity Theme müziklerinin sürükleyiciliğini duyuyorum. Bir esinti vuruyor. Üstümdeki beyaz gömlek uçuşuyor, ben sanki kaldırımlarda süzülüyormuşum gibi hissediyorum. Filmi hatırlıyorum.
Karanlık yanımızla parçası olamadığımız bütünden ayrılmamızı, ayrışmamızı ya da kop(a)mamamımızı sadelikle anlatan, Joachim Trier’in büyük ses getiren Oslo Üçlemesi‘nin yıldız oyuncusu Anders Danielsen Lie aynı zamanda iyi bir müzisyen! Size hem tanınmasına vesile olan filmlerden hem de kendisinin otizm farkındalığı için yaptığı albümden bahsetmek isterim.
Kelimelerle zamanı geri almak mümkün. Zamanın bir noktasında bir yerlerde başımıza gelen bir şey varsa, oraya gitmek ve o deneyimi karamsarlaştırmak ya da iyimserleştirmek elimizde. İkisi de mümkün. Tarafını seç etkinliği bırakıyorum buraya. Yaşananlardan hikâyeler üretip kendime pay çıkarmaya çalışıyorum. Bunun için yazmıyorum ama yazıyor da olabilirim. Kimse bilemez. Tek hakikat var o da kendi düzleminde, senin fikrinden, düşüncenden azade bir şekilde yaşıyor. Ama tercih meselesidir herkes kendi alanında hangi hakikate inanmak istiyorsa onunla yaşar. Kendi evinde her şey ikna olduğun gibi. Ve tüm bunların içinden geçerken zaman iyi ya da kötü hep işe yarıyor.
Elvis’in kırık, dökük, çökük hikayesi binbir türlü zorluk barındırıyor aslında. Sahne üzerinden yaptığı hareketlerden dolayı hapse atılmak istenmesi ve bu hareketleri tekrar ederse kariyerinin tamamen biteceğine dair uyarılar alması, uzaklara gönderilmesi onu pes ettirmemiş. Elvis, her yasaktan sonra kuvvvetli bir geri dönüş sağlamış. Ve her seferinde bu şarkıları ve müziğiyle yapmış. Çünkü hayatı boyunca hep şuna inanmış: “Konuşmak tehlikeliyse şarkı söyle.”
Dünya prömiyerini 2019 Toronto Film Festivali’nde yapan Sound of Metal, 4 Aralık ‘ta Amazon Prime’ de gösterime girdi. Hayatının merkezine müziği koymuş bir davulcunun aniden yaşadığı duyma kaybıyla baş etme çabasını anlatan filmin, sürpriz bir keşif olarak izlenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Birbirlerini tanımadan çok önce kendini kaybetmiş ve kendilerini ölmüş gibi hisseden Sibel ve Cahit, bir arabanın duvara toslamasından sonra tanışırlar.Sevgilerinden ve kendi oldukları duygusundan vazgeçmeleri gerekir. Yine de hayatta kalmaları birbirlerinin sayesinde olur. Kime neyin nasıl iyi gelince belli olmuyor. Hayatın cilvesi bu sanırım.