Bir Şarkı Bir Film Bir Dizi
Don’t You Want Me, Crimes Of The Future, Killing Eve
Kendi Evinde Her Şey İkna Olduğun Gibi
Kelimelerle zamanı geri almak mümkün. Zamanın bir noktasında bir yerlerde başımıza gelen bir şey varsa, oraya gitmek ve o deneyimi karamsarlaştırmak ya da iyimserleştirmek elimizde. İkisi de mümkün. Tarafını seç etkinliği bırakıyorum buraya. Yaşananlardan hikâyeler üretip kendime pay çıkarmaya çalışıyorum. Bunun için yazmıyorum ama yazıyor da olabilirim. Kimse bilemez. Tek hakikat var o da kendi düzleminde, senin fikrinden, düşüncenden azade bir şekilde yaşıyor. Ama tercih meselesidir herkes kendi alanında hangi hakikate inanmak istiyorsa onunla yaşar. Kendi evinde her şey ikna olduğun gibi. Ve tüm bunların içinden geçerken zaman iyi ya da kötü hep işe yarıyor.
Ben güzelleştirme ve iyileştirme tarafından giderek bir şarkıyla karşılaşmamı ve o şarkının birden fazla kez karşıma çıkması, ardından da bir süre onunla oyalanmam hakkında yazmak istiyorum. Kendimi konunun konuyu açması rahatlığına bırakıyorum. 17 Nisan tarihinde instagramda David Cronenberg’in yeni filmi Crimes Of The Future filminden küçük bir tanıtım videosu gördüm. Görüntüler, resmi tanıtım videosundandı fakat altta çalan müzik başkaydı. Yaklaşık 16 saniye kadar süren tanıtımın içinden müziğin de etkisiyle çıkamadım. Shazam yaptım hemen, sonuç: The Human League Don’t You Want Me. Daha önce duymadığım, bilmediğim bir şarkıydı. Ertesi gün çok fazla dinledim, etrafımdakilerle paylaştım. O sıralarda Killing Eve dizisinin son sezonu yayınlanmıştı. Final bölümünde nefis bir anın içinde bu şarkıyı duyduğumda filmin tanıtımında olduğu gibi dizide de o sahnenin içine hapsoldum. Şarkının sözlerini çevirmeden yazının sonuna bırakacağım. Biraz Killing Eve hakkında, belki de ondan biraz daha uzun bir şekilde Crimes Of The Future filminden bahsedeceğim. Ve siz, bu yazıyı okuyan herkes tam şu anda bahsi geçen şarkıyı açın ve yazıyı okumaya öyle devam edin.
Acı Merkezlerimizin Kaydığı Bir Hissizlik Evreni: Crimes Of The Future
Crimes Of The Future kısaca; ünlü bir performans sanatçısının bedeninde alışılmadık yeni organlar belirmesini, hızlandırılmış evrim sendromu olarak adlandırılan bir hastalıktan muzdarip olmasını, bu yeni organlarının çıkarılmasını partneriyle canlı bir gösteriye dönüştürmesini anlatır. David Cronenberg başrollerinde Viggo Mortensen, Léa Seydoux, Kristen Stewart gibi isimlerin olduğu Crimes Of The Future filminde beden korkusu üzerine, karanlığın kalbine doğru gitmeye çalışan, oradaki yaşamı yararak içine bir anlam yerleştirmeye çalışan ve bunun yollarını arayan bir filmle karşımıza çıkıyor. Cronenberg; ağrı, sancı ve sızının neredeyse kaybolduğu, insanların acı merkezlerinin kaydığı bir hissizlik evreni kurar. Tüm bunların kayıp olduğu bir dünya düzleminde, geriye sadece unutulmuş hissetmenin ve bize bakıp bizi görmeden geçip gideceklerinin sanrısı ve endişesi kalır.
Bedene Dönüş
David Cronenberg, tam da bu noktada karakterlerine bir çıkış noktası olarak bedene geri dönüş temalı bir iksir verir. Cronenberg; bu hissizlik evreninden çıkmanın yolunu, kendi kendilerini görmek için, içlerinde yatan anlamı çıkarmak adına fiziksel olarak bedenlerinin içine dalmakta ve tenlerinde bıraktıkları izlerin peşinde aramakta bulur. Hayatın içinde kendine yer edinmek, tehlikenin kucağında nefes almak gibi bir şey. Her şey kişisel bir deneyimi daha kişisel yapmak için aslında. Daha az acı çekmek, acının kontrolünü kendince yöntemle ele almakla mümkün olabilir. Özel olmak için neyi ne kadar göze alabilirsiniz? Herkes herşeyi göze alabiliyorsa sen ne kadar ileri gittiğinin derecesiyle özel olabilirsin.
David Cronenberg, inandığımız ve iyi olduğuna ikna olduğumuz her şeyin zemininin sarsıldığı şu zamanlarda “andan daha büyük bir suç yok” diyerek anı yaşa iksirinin ve başkaları tarafından denenmiş, sınanmış mutluluk reçetelerinin kurtarıcılığını yitirdiğinin mesajını verir. Film, gördüğümüz, dokunduğumuz ve yaşadığımız hisleri, ilişkileri gerçekten duyumsamadığımızı ve gerçek bir temas yaşamadığımızı söyler. Bir otopsi sonrasında Caprice şunları söyler “Dünyanın acımasızlığı ve çaresizliği ve de çirkinliği en genç olanımızın bile içine sızmış vaziyette.” O yüzden bedene yapılan ne olursa olsun, ne kadar şiddetli olursa olsun aslında ne anlatıldığından hiç haberimiz olmaz. Ve bir aşırılık çağının temelleri atılmaya başlar. Dünyanın karmaşasına ve bilinmezliğine karşı kendi bedenine dönmek, ilgi duymak ve onu hissetmeye çalışmak bir anlamda istemediğimiz halde üzerimize yapışan şeyleri görmeye çalışmak demektir. Filmde sıklıkla gördüğümüz yaralamalar ve yaralanmaların hepsi beden üzerindedir. Yüze yapılan bir müdahele yoktur.
Verilebilecek Tavizi Vererek Yaşama Girişiminde Bulunmak
Ten Ve İz kitabında David Le Breton bedenleri üzerinde yaralar açan insanlar için şunu söyler: “Yüzlerini her zaman korurlar. Amaç toplumsal olandan silinmek değil, amaç onlara kendini tekrar hatırlatmaktır.” Bedene zarar vermek bir ifade biçimi olarak yeni bir dil oluşturur filmde. Hayata tutunmak, tutunacak bir dil aramak için yaparlar bunu. Yine Breton’un Ten Ve İz kitabında “Bedende yara açma daha iyi bir gelecek için zamanla yapılan sembolik bir değiş tokuşun ödenmesi gereken bedelidir. İnsan canını kendi yaktığı sürece kaderden kurtulabileceğini umut edebilir” der. Aslında filmdeki performans sanatçılarının yaptığı şey, verilebilecek tavizi vererek yaşama girişiminde bulunmaktır. Ve her yıkımdan sonra gelen rahatlamayı tekrar tekrar yaşamaktan haz alırlar. David Le Breton bedene olan bakışımızla ilgili Acının Antropoljisi kitabında da şunu söyler: “Bedenine olan güvenini yitiren insan kendine ve dünyaya karşı güvenini de yitirir, kendi bedeni, kendi yaşamının süren sinsi ve acımasız düşmanı olur. “ Ona bakmaktan usanmamalı sanki.
Kendi Hikâyeni Belirleme Potansiyeli Elinde
Filmde, birbirleri üzerinde yaralar açmak ve o yaranın etkisiyle tatmin olmak fikri insanların öznesi ya da nesnesi olduğu toplumda silinmiş izlerini belirginleştirme ifadesi olarak ortaya çıkar. Özne ya da nesne olmak önemini yitirir. O noktadan sonra herşey sadece dâhil olmakla ilgilidir. Bir tek bedenimizin elimizde olduğu bir can havli noktasında bedene dönerek, onun üzerinde kimsenin etkisi ve yönlendirmesi altında kalmadan ben buradayım mesajını dünyaya vermenin en etkili yolu onun üzerinde kendince bir hükümdarlık sürmektir. Böylelikle kendi bedenimizden doğmuş ve doğacak olan tüm isyanların şekillendirilmesi, dönüştürülmesi, onu biçimlendirmesi bizim elimizde olur. Kendi hikayelerini belirleme potansiyellerini bu biçimde ellerine alıp, onu ortaya çıkarırlar.
Neysek O Kalma Konusundaki İnatçılığı Yitirdik
İnsanların bir performans sanatçısı gibi olmadığı kişiliklere büründüğü ve herkesin gözleri önüne koymadıkları sürece herhangi bir eyleminin gerçekliğinden emin olmadığı zamanlardayız. Bir şekilde içinden geçtiğimiz zamana, parçası olduğumuz bütüne ve ayaklarımızı bastığımız yeryüzüne ait olmanın, ayak uydurmanın yollarını arıyoruz. Neysek o kalma konusundaki inatçılığı yitirdik. İçimiz kazınarak boşaldı. Boşluktan anlam çıkarmaya çalışıyoruz. Bu uğurda çoğu zaman hem bedenimize hem de içimizde kaynayan şeylere körleşmeye başladık. Herkes kendini başkalarının bakışından kurtarmaya ya da oraya hapsetmeye çalışıyor. Bu noktada kendimizden bir başka şey yaratmak isteriz. Peki bizi herkes gibi yapmaya çalışan dünyada kendin olmanın yollarının peşinden koşabilme cesaretimiz var mı?
Crimes Of The Future filminde Cronenberg, kendince kalmanın yolunu bedeni bir performans alanı haline getirerek, bedeni bir sorgulama alanı olarak kullanmakta bulur. Çünkü kendin olmanın ne demek olduğunu unuttuğun bir yerde kimliğimizin temsili olarak görebileceğimiz tek şey olarak elimizde tenimiz ve bedenimiz kalır. Tenin kışkırtılması için anın üzerinde bir şeyler yapmak gerekir. Filmde, beden-sanat ilişkisi çoğunlukla kendini gösterme kaygısı üzerinden şekillenir. En önemli şey sanatçının kendi üstünde etkili olması ve onu tüketen seyircinin sanatçının bedenindeki acılara ortak olması ve aynı hissi kendi bedeninde hissedebilmesidir. David Le Breton’un kitabına tekrar dönecek olursak bu durum orada şöyle ifade edilir “Bedeni tahrip eden birey bunu ıstıraplı bir döneminde, denetimi tekrar ele geçirmek amacıyla bilinçli olarak yaparsa, bu kendisinin pozitif anlamda yeniden tanımlamak istediği anlamına gelir.”
Birbirini Bulmuşluk Hissinin Zamansızlığı: Killing Eve
Yukarıda bahsettiğim gibi Don’t You Want Me şarkısı bir kez de Killing Eve dizisinin final bölümünde karşıma çıktı. 4 sezon boyunca süren ve her sezonunun başına ayrı bir merakla oturduğum dizi, güvenlik görevlisi olan işinden çok sıkılmakta ve daha heyecanlı bir şeyler arayan Eve ile yetenekli bir seri katil olan Villanelle’in başka şehirlere, başka ülkelere, başka zaman dilimlerine yayılan hikâyesini konu alır. Bu iki karakterin arasında zamanla bir birbirini bulmuşluk bağı oluşur. Yine de buna rağmen yan yana gelmeleri asla mümkün olmaz. Kuvvetlenerek büyüyen bu hissin adı elbette ki sevgidir. Çoğu zaman aşk ve sevgi birleşmekle ilgili değildir. Tüm bu hisler birbirini bulmakla ilgilidir. Çünkü bir araya gelmeye çalıştığında hep bir zamanlama hatası ortaya çıkar. Ya çok erken uyanılmış bir sabahtır, ya çok geç yatılmış bir gecedir, ya bir dakika öncesidir, ya bir dakika sonrasıdır. Bulduğumuz bu hisle bir şey yapmaya kalktığımızda hep bir uçuculukla karşılaşırız. İki kişinin ortak bir avucu yok. Dolayısıyla onu birlikte yaşatmak mümkün değil her zaman. Varsa yoksa sendeki fazlalıkla, karşındakinde olan eksiklikle tamamlanır. Senin kendi bırakmanla ya da karşındakinin kendini dize getirmesiyle olur. Hangi tarafta olacağının zeminini içine atıldığın hisler belirler. Bulduğumuza inandığımız his her şeye mahkûm ve muhtaçtır. Sessizliğe, yaşanmamışlığa, bir araya gelmemeye ya da tüm bunların karşısında duran hissiyatlara…
Soru Sormakla Bir Cevabın Başlangıcını Fitillemek
Yani aslında şarkının adı “Don’t You Want Me” den yola çıkarak hem şarkının, hem filmin, hem dizinin sormak istediği şeyi, kendimi ve herkesi de yanıma alarak bizim tarafımıza çekmek istiyorum. Peşinden gitmek istediğimiz ya da en kötü ihtimalle bir cevap almayı umduğumuz soru belli. İçinden geçtiğimiz zamana, parçası olduğumuz bütüne, ayaklarımızı bastığımız toprağa, başımızı kaldırıp baktığımız gökyüzüne, karşımızdakine ya da varlığımızı ikna etmeye çalıştığımız ne varsa “beni bu halimle, bu bedenin içinde istiyor musun istemiyor musun?” sorusunu sormak istiyoruz. Soru basit, cevap vermesi zor. Ama belki sadece soru sormakla bir cevabın başlangıcını fitilleyebiliriz.
The Human League Don’t You Want Me You were working as a waitress in a cocktail bar When I met you I picked you out, I shook you up And turned you around Turned you into someone new Now five years later on you've got the world at your feet Success has been so easy for you But don't forget it's me who put you where you are now And I can put you back down too. Don't. Don't you want me? You know I can't believe it when I hear that you won't see me Don't. Don't you want me? You know I don't believe you when you say that you don't need me It's much too late to find When you think you've changed your mind You'd better change it back or we will both be sorry Don't you want me, baby? Don't you want me? Oh! Don't you want me, baby? Don't you want me? Oh! I was working as a waitress in a cocktail bar That much is true But even then I knew I'd find a much better place Either with or without you The five years we have had have been such good at times I still love you But now I think it's time I lived my life on my own I guess it's just what I must do Don't. Don't you want me? You know I can't believe it when I hear that you won't see me Don't. Don't you want me? You know I don't believe you when you say that you don't need me It's much too late find When you think you've changed your mind You'd better change it back or we will both be sorry Don't you want me, baby? Don't you want me? Oh! Don't you want me, baby? Don't you want me? Oh! Don't you want me, baby? Don't you want me? Oh! Don't you want me, baby? Don't you want me? Oh! Don't you want me, baby? Don't you want me? Oh! Don't you want me, baby? Don't you want me? Oh Don't you want me, baby? Don't you want me? Oh! Don't you want me, baby? Don't you want me? Oh! Source: Musixmatch Songwriters: Philip Oakey / Adrian Wright / John Callis
Bu yazıyı yazarken bazı kitapların izinden yürüdüm. Onların da adını anmak isterim. - David Le Breton “Ten ve İz : İnsanın Kendini Yaralaması Üzerine” - David Le Breton “Acının Antropolojisi” - Hal Niedzviecki “ Ben Özelim : Bireysellik Nasıl Yeni Konformizm Haline Geldi” - Alain Badiou “Etik : Kötülük Kavrayışı Üzerine Bir Deneme” - Bessel A. Van Der Kolk “ Beden Kayıt Tutar: Travmanın İyileşmesinde Beyin, Zihin ve Beden”